6 Haziran 2017 Salı

Oyun Koleksiyonu: Prey


Kısa bir duyuru

   Evet uzun zamandır sitede yeni içerik görmüyorsunuz. Ve gelen yorumlara ve mesajlara bakarak ulaştığım sonuca göre çoğunuz "Hearthstone Legendary Kartlar" listesinin güncellenmesini bekliyorsunuz. Üzülerek (yoo) söylüyorum ki ben 2 yıl oynadıktan sonra Hearthstone'u bıraktım ve sitedeki tek yazar ben olduğum için bundan sonra hiç Hearthstone ile ilgili içerik göremeyeceğinizi şimdiden söyleyeyim. Blizzard oyuna gerçekten yeni ve heyecan verici bir şeyler getirmedikçe geri dönmeyi de düşünmüyorum. Eğer başka oyunlarla ilgili incelemeler ve listeler görmek istiyorsanız takipte kalın, yeni içerikler daha sık gelecek. Muhtemelen. Umarım. Neyse şimdi Prey'i incelemeye geçelim.

Bioshock ve Dishonored'ın çarpılmış çocuğu

    Evet, başlıktan da anlayabileceğiniz üzere Prey'i sevmedim! Halbuki oyun için gerçekten umutluydum. Çok çok sevdiğim oyunlar olan Dishonored ve Bioshock'a bayağı benziyordu çünkü. Ve Dishonored gibi bir şaheseri yapan Arkane Studios geliştiriyordu bu oyunu. Oyun çıktıktan sonra inceleme puanlarının fena olmadığını gördüm. Ama güvendiğim bazı kaynaklar oyunun çok iyi olduğunu söylediler. Ben de onlara güvenip aldım. Günde yaklaşık 5 saat oynayarak 3 günde bitirdim. Ve çok karışık duygular içerisindeyim. Normalde bu siteyi terk etmiş gibiydim ve yeni bir yazı yazmaya niyetim yoktu ama bu oyun hakkında düşüncelerimi bir şekilde aktarmam lazım ve en uygun yer burası o yüzden... başlıyoruz!


   Öncelikle hikaye ile başlayalım. Veya başlamayalım, çünkü ne dersem spoiler olur. Oyun Talos 1 adındaki bir uzay istasyonunda uyanan Morgan Yu adlı ana karakterimizin bu uzay istasyonunda ne olup bittiğini araştırmasını anlatıyor. Olabildiğince düz bir şekilde özetledim, çünkü hikayeyle ilgili bütün önemli detayları oyunu oynadıkça öğreniyorsunuz. Veya öğrenemiyorsunuz. Çünkü hikaye anlatımında Bioshock Infinite'de izlenen yönteme benzer bir yöntem izlenilmiş. Hiikayeyi temel hatlarıyla ana senaryodan öğreniyorsunuz ama diğer bütün önemli detaylar oyunun dünyasında saklı. Etrafa dağılmış ses kayıtlarında, karakterler arasında atılan e-maillerde, yan görevlerde falan. Yani sadece ana hikayeyi oynarsanız pek bir şey anlamanız mümkün değil. Çünkü zaten ana hikayenin çok büyük bir kısmı gerçekten bomboş geçiyor, hikaye anlamında hiçbir şey anlatmıyor. "Şunu yapmam için anahtar bulmam lazım, anahtarı bulmak için şu kapıyı açmam lazım, şu kapıyı açmam için şu karakterin dediğini yapmam lazım" gibi boş işlerle geçiyor hikaye. E ana görevler hikaye hakkında hiçbir merak uyandırmayınca insanın her yeri didik didik arayıp hikaye hakkında bilgi edinme gibi bir merak duygusu olmuyor, en azından benim olmadı.

   Şimdi oyunun hikayesini Bioshock Infinite ile karşılaştırarak derdimi anlatayım. Evet, Infinite'de de hikaye hakkında bir ton önemli detayı etraftaki ses kayıtlarından topluyordunuz. Ama en azından oyun hikaye odağını kuruyordu ana hikayesiyle. Detayları çevreden topluyordunuz, hikayenin kendisini değil. Peki Prey ne yapmış? Oynanış ve hikaye odağını kuramadığı için ikisini de batırmış. Ana hikaye merak uyandırıp daha fazlasını öğrenme isteği uyandırmıyor oyunda. Aksine ana hikaye o kadar başarısız ilerliyor ki oyun çareyi "hadi her yeri araştırıp hikayeyi kendiniz öğrenin" demekte buluyor. Şahsım adına konuşacak olursam ben 2 saat oynadıktan sonra o kadar baydım ki bu olaydan, hikayeyi zerre önemsemeyip oynanışa odaklandım. Oyunu oynadıktan sonra internetten açıp baştan sona okudum hikayeyi, ve gerçekten iyi bir hikaye olduğunu da itiraf etmem lazım. Ama böyle başarısız anlatılınca bir önemi kalmıyor.

   Hikaye konusunu kapatmadan önce karakterlere de değinmek istiyorum ama değinemiyorum çünkü bu oyunda doğru düzgün, akılda kalan hiçbir karakter yok. Oyun boyunca çok az insanla karşılaşmamız da kesinlikle bir bahane olamaz. Bioshock'un ilk oyununda da kimseyle karşılaşmıyorduk ama Andrew Ryan ve Atlas gibi efsane karakterlere sahipti.

Burası inanılmaz derecede Bioshock'un Rapture şehrini hatırlatmıyor mu ya?
   Evet, hikayeyi yeterince gömdüm, sıra oynanışta. Bu kısım uzun olacak galiba çünkü gömmem gereken ÇOK şey var. Öncelikle iyi olan şeylerden... ya da iyi olan tek şeyden başlayalım bari. Oyunun geçtiği mekanın (Talos 1 uzay istasyonu) genel tasarımı gerçekten başarılı. Bioshock'u gerçekten andırıyor, hatta bazı yerleri gerçekten Rapture'dan almışlar gibi duruyor. Talos 1 uzay istasyonu bir sürü farklı yerden oluşuyor ve genel atmosfer gerçekten başarılı ama dikkat edin, övdüğüm şey uzay istasyonunun genel tasarımı ve atmosferi. Bölüm tasarımına bakacaksak gerçek bir faciayla karşılaşıyoruz.

  Bunu Dishonored'ı yapan firmadan hiç beklemezdim aslında. Dishonored 2, bölüm tasarımı konusunda çıtayı Everest'e kadar yükseltmiş bir oyundu, özellikle Clockwork Mansion ve A Crack In The Slab bölümleriyle resmen "Ne yaptınız lan siz?!" dedirtiyordu. Peki ya Prey? Tam bir kaos hakim resmen her yere. Oyun sizi bir bölgeye bırakıyor ama her yer kapılarla, odalarla, küçük binalarla falan dolu. Tam bir labirent gibi. Birçok odaya giren kapı da kilitli oluyor ve kilidi açabilmek için bir yerden anahtar bulmanız lazım. Araştırabileceğiniz her yeri araştırıyorsunuz ama sürekli yeni şeyler keşfediyorsunuz ve her yerden yeni bir şeyler çıkmaya devam ediyor. Ama karakterinizi geliştirmeniz için HER YERİ araştırmanız ve kaynak bulmanız lazım çünkü oyundaki skill ağacını oluşturan neuromodlar gerçekten zor bulunuyor, ki ona sonra değineceğim. Böyle anlatınca güzel geliyor olabilir, oyunun içi çok dolu gibi. Ama bu olay bütün oyun boyunca devam ediyor. Her yeni bölüm bir işkenceye dönüşüyor gözlerinizin önünde çünkü bu oyunda etrafı araştırmak bir zevk değil, bir zahmet. En azından benim için tabii, öznel bir inceleme bu.

  Bu durum özellikle oyunun başlarını sizin için bir işkenceye dönüştürüyor. Oyuna alışmak gerçekten uzun sürüyor, yaklaşık 6-7 saat falan oynadıktan sonra en sonunda mekaniklere uyum sağlamaya başladığınızı hissediyorsunuz. Oyunun en zevkli anları da ortaları aslında. Mekaniklere alışmak ve daha fazlasını oynamak için heyecan duyuyorsunuz. Oyunun sonlarına geldiğimizde de daha fazlasının olmadığını, bütün oyun boyunca aynı işkenceyi çektiğimizi fark etmiş oluyoruz ve bitmesi için yalvarmaya başlıyorsunuz. Yani oyunun 15 saatlik hikayesini 5 saat şok, 5 saat eğlence, 5 saat işkence şekkinde özetleyebiliriz.


   Oynanış mekaniklerine dönelim. Evet, oyun bir FPS ama aksiyon dolu, önünüze geleni vura vura gittiğiniz bir oynanış beklemeyin. Daha çok RPG mekanikleri ağır basıyor oynanışta. Karakterinizi sürekli geliştirmeniz, yeni özellikler kazanmanız ve yeni özelliklerinizle çevreyle olan etkileşiminizi farklı yollardan geliştirmeniz gerekiyor. Yer yer hackleme özelliğini kullanarak işleri kolay yoldan hallediyorsunuz, yer yer tamir etme özelliğinizi kullanarak bazı yerlere erişebiliyorsunuz. Aslında oyunda çatışma sahneleri nispeten az. Oyundaki ana düşmanlarımız typhon adı verilen uzaylılar. Düşman çeşitliliği çok değil oyunda, mimic ve phantom adı verilen düşmanlar dışında diğer uzaylılarla pek karşılaşmıyorsunuz. Düşmanlarınızla savaşırken de karakterimizin Neuromod denen iğneler sayesinde kazandığı çeşitli özel güçleri kullanmanız ve çevre etkileşiminden yararlanmanız gerekiyor. ŞAKA! Tabancayı veya ingiliz anahtarını çekip kafasına kafasına vuruyorsunuz işte, en kolay yol bu oluyor genelde. Hatta oyunda bir makineli tüfeğimiz olsaydı ne kadar kolay olurdu düşünemiyorum bile. Ama oyunda ilginç silah tasarımları da yok değil. Mesela GLOO Cannon denen silah oldukça işe yarıyor. Etrafa yapışan köpükler atmamızı sağlayan bu silahla gerektiğinde yaratıkları donduruyoruz, gerektiğinde de çevreye tırmanmak için merdivenler oluşturuyoruz. Yalnız GLOO Cannon kullanarak etrafa tırmanma özelliğiyle bir yere ulaşmak o kadar zorlama geliyor ki, sanki oyunda olmaması gereken bir hata gibi sanki (kısaca bug...) Yani nerede Portal Gun, nerede GLOO Cannon...

   Özel güçlerden bahsetmişken, o konuya değinelim bir de. Oyunda bir yetenek ağacımız var. Yetenek ağacında kullanmak için gereken puanları da Neuromod denen iğneleri etraftan toplayarak elde ediyoruz. Bu yetenek ağacında özel güçler kazanabiliyoruz veya karakterimizin özelliklerini geliştirebiliyoruz. İkisine aynı anda odaklanamıyorsunuz çünkü bu Neuromod denen şeyleri bulmak gerçekten zor. Yani ne gerek var böyle fantezilere? Karakteri geliştirmenin bu kadar zor olması oyuna kesinlikle zorluk katmıyor çünkü. Sadece sıkıcılaştırıyor oyunu.

   Karakterimizin bazı özel güçleri de olabiliyor evet. Ama bunlar tamamen yaratıcılıktan yoksun şeyler. Koruma alanı oluşturma, belli bir alana hasar verme gibi. Bu yaptığınız şey yıllardır Call of Duty gibi basit FPS oyunlarında var sayın Arkane Studios, ona "el bombası" ve "kalkan" diyoruz biz. Bazı yaratıcı fikirler de yok değil şimdi. Mesela mimic matter ile bazı objelerin yerine geçebiliyoruz. Ama bu özelliği kullanmak oldukça gereksiz hissettiriyor ve kısa süre sonra sıkıyor. Dishonored'ı yapan firmasınız siz be Arkane Studios. Dishonored 2'deki domino özelliği mesela, ne kadar yaratıcı ne kadar harika bir fikirdi. Bu oyunda neden böyle oldu?

   Oynanışı baltalayan bir diğer etmen ise YÜKLEME EKRANLARI. Oyunu PS4'de oynadım, eminim PC'de daha iyidir durum ama gerçekten yükleme ekranları çekilecek gibi değil. Bir bölgeden diğerine geçerken giren yükleme ekranları o kadar uzun sürüyor ki, sık sık mekan değiştirmeniz gereken bölümlerde mesela 45 dakika oyun oynuyorsanız 5-10 dakikası falan yükleme ekranlarına bakarak geçiyor. Net bir şekilde ölçmedim, çünkü sıkıntıdan artık oyunu takmıyor ve telefonumla ilgileniyordum o sıralar.

   Galiba oynanışı da yeterince gömdüm. Son olarak grafikler kaldı. Grafikleri de gömmeyeceğim. Ama övülecek bir şeyi de yok. Güzel görünüyor işte. Hoş yani. Çok bahsetmeye değmez.

   Evet sonuç kısmına geldik. Prey aslında güzel bir fikir içeriyor. Oynanış mekanikleri, hikayesi falan aslında çok güzel olabilecek bir potansiyele sahip. Ama o kadar başarısız aktarılmış ki, neresinden tutsam elimde kalıyor. Peki Prey'i almalı mısınız? Dishonored, Bioshock, System Shock gibi oyunları seviyorsanız, bilim kurgu konseptine ilgi duyuyorsanız, etrafı bol bol araştırmanız gereken oyunlar size ilginç geliyorsa, aktarılışı kötü olsa da güzel bir hikaye istiyorum diyorsanız, bu oyuna (özellikle indirime falan girdiğinde) bir şans verebilirsiniz. Ha bu dediklerim PC oyuncusu iseniz. Konsolda oynayacaksanız çok çok çok ucuzlamadığı sürece almayın. Yükleme ekranları hiç çekilecek gibi değil valla...

Artılar:

  • Hikayesi gayet güzel.
  • Çevre tasarımı, atmosfer çok iyi.
  • Oynanışa alıştıktan sonra eğlenceli olabiliyor.
Eksiler:
  • Hikaye iyi dedik ama anlatılışı çok kötü o yüzden onun da bir önemi kalmıyor...
  • Bölüm tasarımı rezalet.
  • Yetenek ağacında gelişmek tam bir işkence.
  • Oyuna alışmak gereğinden fazla uzun sürüyor.
  • Özel güçler ilgi çekici değil.
  • Yükleme ekranları aşırı uzun.
  • İlgi çekici hiçbir karakter yok.

PUAN: 65

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder