13 Mart 2016 Pazar

Oyun Koleksiyonu: Undertale





Undertale nedir?
 
   2015'in sonbaharında bir gün. Fallout 4'ün, Rise of The Tomb Raider'ın, Assassin's Creed'in falan çıktığı dönemler. Kısaca yine bir ton büyük oyunun çıktığı klasik bir sonbahar ayı. Ben de sürekli metacritic'den oyunların puanlarına bakıyordum. Yine "Bakalım puanlarda ne gibi değişiklikler var, yeni oyunların incelemeleri gelmiş mi" diye bakarken puan kutucuğunda mütevazi bir şekilde "99" yazan bir oyun gördüm. Resmi de sadece siyah bir zemin üzerine büyük harflerle "UNDERTALE" yazısıydı. Hemen tıkladım. Baktım ki daha 5-6 inceleme falan yayınlanmıştı. "Peh. Sıradan bir oyundur işte. İlk incelemeler yüksek gelmiş diye heyecanlanmıştım ben de. Yakında düşer puanları." diye kendimi ikna ettim.

  İlerleyen günlerde oyuna yeni incelemeler gelmeye başladı. Puan 98'e düştü. 97'ye düştü. Bir süre sonra 96'ya falan düştü (Şu an 92). Ama yok, bu işte bir terslik var.  Yine de fazla yüksek bu şeyin puanları. Almayı düşündüm ama kendimi çok salak bir şekilde "Amaan, şu grafiklere bak. En fazla ne kadar iyi olabilir ki? Muhtemelen sevmem bile." diye ikna ettim. Resmen oyunun düşmanı olmuştum. Böyle küçük çaplı bir oyunun, en sevdiğim oyunların puanlarını geçmesini yediremiyordum kendime. Bir şekilde bu şeyi oynamamak için ikna ettim kendimi.

   Bir ay sonra her ay aldığım oyun dergimi aldım. Orada incelemesi vardı. Hayvan gibi yüksek puan vermişlerdi. Savunmam yıkılıyordu. Herkes bu oyunu çok seviyordu. Oynamak zorunda gibi hissediyordum kendimi. Ama ya sevmezsem? Çok büyük bir hayal kırıklığı olacağı kesindi. Yine erteledim...

  Aralık ayının başlarında bir arkadaşım Undertale diye bir oyunu oynadığını söyledi ve bana ne kadar iyi bir oyun olduğunu sürekli anlattı. Duymazdan geldim...

  Ve en sonunda çok büyük hayranı olduğum bir youtuber, Undertale'i oynadığını ve hayatında oynadığı en iyi oyunlardan biri olduğunu söyledi. Artık dayanamıyordum. 2016 Ocak ayının ortalarına doğru oyunu aldım ve heyecanla oynamaya başladım. Yakında En Sevdiğim 10 Oyun listesini güncellemeyi planlıyorum bu arada...


Gülen Çiçek, Keçi Boynuzlu Teyze... NOLUYOR LAN?

   Oyunun hikayesiyle başlayalım. Uzun zaman önce, çok uzak bir galakside... Pardon, uzun zaman önce Dünya'da insanlar ve canavarlar barış ve huzur içinde yaşardı. Sonra Ateş Ulusu... Tamam saçmalamayı kesiyorum, sonra insanlar ve canavarlar arasında bir savaş çıktı. Bu savaş insanların zaferiyle sonuçlandı ve insanlar canavarları yer altına hapsetti ve çıkışı güçlü bir büyüyle kapattı. Biz de oyunda küçük bir çocuğu oynuyoruz. Yıl 201X (evet, 201X...). Bizim bu küçük çocuk, tırmananların asla geri dönmediği söylenen Ebott Dağı'na tırmanıyor. Dağın tepesindeyken ayağı takılıyor ve büyük bir çukura düşüyor. Çukurdan çıkabilmek için yoluna devam eden çocuğun karşılaştığı ilk şey kendini Flowey olarak tanıtan bir .Bu çiçek bize çok dost canlısı davranıyor ve bize oyunun kurallarını öğretmeye çalışıyor. Ancak Flowey'in manyak olduğunu ve tek amacının bizi öldürmek olduğunu anlamamız kısa sürüyor. Ama neyse ki (üstteki resimde görebileceğiniz) Toriel, bizi kurtarıyor ve bize yeraltında, canavarların dünyasında rehberlik ediyor. Halbuki bizim çocuğun tek amacı yer altından kurtulmak...

   Evet, hikaye böyle işte. Nasıl ama? Kötü, değil mi? Değil, şu an anlattığım kısım oyunun ilk 10 dakikası falan. Oyunun gerçekten harika bir hikayesi var ama burada size anlatıp da bütün sürprizleri bozacak değilim. Ama şöyle anlatabilirim ki, burada harika hikayeden kastım çok duygusal, çok epik, veya çok komik olması değil. Hepsinden biraz olması. Undertale, sizi yeri geldiğinde çok duygulandırıyor, yeri geldiğinde çok güldürüyor, yeri geldiğinde çok gaza getiriyor hatta yeri geldiğinde bir korku oyunu oynuyormuşçasına korkutuyor. Bir oyun bütün bunları nasıl yapabilir? Ben de bilmiyorum aslında, ama Undertale'de bütün hikaye öğeleri kusursuz bir şekilde ayarlanmış.

  İşin ayrı bir boyutu ise, hikayenin çizgisel olmaması. Hikayenin ilerleyişi, karakterlerin tepkileri, hikayenin finali tamamen oynanış stilinize göre değişiyor. Oyunu ilk oynadığınızdaki en iyi dostlarınızdan birisinin, ikinci oynayışınızda yaptığınız şeylere göre en büyük düşmanlarınızdan birisine dönüşebilmesi gerçekten şok edici bir şey. Ayrıca, sürprizi kaçırmadan söylemeye çalışacağım: Undertale'i siz oynamıyorsunuz, oyun sizi oynuyor. Oyun boyunca yaptığınız şeylerle yüzleşmek zorunda kaldığınızda "Ben ne yaptım?" gibi bir tepki vermeniz gayet olası. Ve bu durumda kazanan siz değil, oyun olacak. Aman diyim, oyunu küçümsemeyin.


  Hikayenin temel öğelerinden bahsettik, biraz da karakterlerden bahsedelim. Oyunun cidden geniş bir karakter kadrosu var. Ve tüm karakterler farklı özellikleriyle öne çıkıyor. Örneğin Toriel, size anne gibi davranan ve sizi tüm tehlikelerden korumaya çalışan bir karakter. Sans ise iğrenç esprileriyle ve tembelliğiyle öne çıkan, çok eğlenceli bir karakter. Dediğim gibi her karakterin ayrı ayrı özellikleri var ve ben her birini ayrı ayrı seviyorum. Ama onların hepsiyle dost olmak veya onları katletmek tamamen size kalmış... Bu konudan oynanış kısmında bahsetmeliyim galiba.


Seni aptal, burada ya ölürsün ya da öldürürsün! -Malum bir karakter

   Gelelim oynanışa. Oynanış aslında gayet basit olmasına rağmen birçok farklı öğeyi içinde barındırıyor. Ama temelde oyunun bir RPG olduğunu söyleyebiliriz. Eh, elbette bu oyunda diğer RPG oyunlarında olduğu gibi bir sürü yan görev, saatlerce süren eşya toplamalar, skiller falan filan yok. Oyun boyunca yaptığınız şeyler genellikle uzun uzun yürümek, karakterlerle konuşmak, bulmacaları çözmek (ki genellikle gayet kolay oluyorlar), karşınıza çıkan düşmanları halletmek oluyor. Dediğim gibi, oyunun oynanışında çok karışık öğeler yok. Ama isterseniz bir de savaş mekaniğine bakalım.


  Oyunda savaşlar turn-based (sıra tabanlı) şekilde işliyor. Siz bir hareket yapıyorsunuz, sonra rakibiniz bir saldırı yapıyor ve siz de o saldırıdan kaçmaya çalışıyorsunuz. Üstteki resme bakın, şu kırmızı kalp sizi temsil ediyor. Onu hareket ettirerek rakiplerin yaptığı saldırılardan kaçmaya çalışıyorsunuz. Bazı savaşlarda bu çok zor, bazı savaşlarda ise oldukça kolay oluyor çünkü her karakterin çok farklı saldırı şekilleri oluyor. İşin daha güzel tarafıysa her boss savaşında yeni bir mekanik eklenmesi. Örneğin bir boss savaşında hareket edemiyorsunuz ama bir kalkanınız oluyor ve bu kalkanı doğru yöne çekerek saldırılardan korunmaya çalışıyorsunuz. Başka bir boss savaşında ise mor iplerin üzerinde tırmanarak saldırılardan kaçmanız isteniyor. Savaş sistemi oldukça eğlenceli olsa da savaş sistemini özel kılan şeyden daha bahsetmedim bile...


   Hani hikayeden bahsederken oyunda yaptığımız şeylerin birçok şeyi değiştirebileceğini söylemiştim ya, bu olayın kilit noktası savaş sistemi. Dediğim gibi, yeraltındayız ve canavarlar insanlardan korktuğu için sizi öldürmeye çalışıyorlar. Ama siz onları öldürmek zorunda değilsiniz. Siz kimseyi öldürmek zorunda değilsiniz. Hatta oyun boyunca (bir boss savaşı hariç) kimseye vurmak zorunda bile değilsiniz. Peki savaşlardan nasıl kurtulacaksınız? Çok basit, yaratıklarla dost olarak! Yukarıdaki resimde gördüğünüz "ACT" tuşu var ya, işte ona basınca önümüze bir grup etkileşime girme seçeneği çıkıyor. Bunlardan doğru olanları doğru sırayla seçtiğimizde karşımızdakiyle dost oluyoruz ve onların canını bağışlayabiliyoruz. Her canavarı geçmek için farklı seçenekler denemeniz gerekiyor. Bazı yaratıklarla dost olmak için ona övgü dolu sözler söylememiz yeterliyken, bazılarına sarılmamız, bazılarına da dik dik bakmamız gerekiyor. Savaş esnasında önünüze gelen seçenekleri değerlendirip  doğru olanları seçmeniz lazım (Boss savaşlarında genellikle oyun sizden farklı şeyler yapmanızı istiyor ama, onları kendiniz bulmanız lazım). Ha eğer ki ben kimseyle dost olmaya uğraşmam, FIGHT tuşuna basıp ölene kadar vurmaya devam ederim diyorsanız SONUÇLARINA KATLANACAKSINIZ, bundan emin olun (Haberiniz olsun, oyun boyunca bir kişiyi bile öldürürseniz mutlu sonu alamazsınız).


Grafikler?..
 
   Veee gelelim birçok insanın oyuna ön yargıyla yaklaşmasına sebep olan o güzelim şeye: Grafikler. Evet, kabul ediyorum. İlk bakışta grafikler rezalet görünüyor olabilir. Çünkü yaklaşık 30 yıllık oyunların grafiklerine sahip. Ama bu oyunun kötü grafiklere sahip olduğu anlamına mı geliyor? İşte bunu tartışabiliriz. Şu bir gerçek: Undertale yeni nesil grafiklere sahip bir oyun olamazdı. İşlemezdi yani, mümkün olamazdı öyle bir şey. Oyunun oynanış tarzı, mekan tasarımları, karakter çizimleri, bunlar yeni nesil gerçekçi grafiklere uyarlansaydı Undertale'in hikayesini anlatan farklı bir oyun ortaya çıkmış olurdu. Youtube'da falan Undertale'in 3D'ye uyarlanmış bazı bölümlerini izledim ve inanın bana, oyun öyle çıkmış olsaydı şu an aldığı puanlardan en az 20 puan az alırdı. İşin ayrı bir tarafı da şu ki, Undertale'in grafikleri oyunun atmosferini çok iyi yansıtıyor. Eğer bir oyunda grafiklerin ne kadar kötü olduğu sizi sürekli rahatsız ediyorsa o oyun atmosferi iyi sağlayamıyor demektir. WoW o grafiklerle 10 yıldır nasıl o kadar oyuncuya sahip sanıyorsunuz? Undertale'in bu konuda sorunu yok, oyunu oynarken hiç grafikler ne kadar kötü diye düşünmeyeceğinize emin olun. Bir örnek verecek olursam, oyunu almadan önce açıp bir baktığımda grafiklerin 30 yıllık oluşu hevesimi kırmıştı ama oyunu oynarken bu durum umrumda bile olmadı. Yani demek istediğim, oyunun grafikleri eski olsa da sağladığı atmosfer ve anlattığı hikaye sayesinde bu durum hiç ama hiç göze batmıyor.

NOT: Bir de oyun (büyük bir kısmı) tek bir kişi tarafından yapıldı. Hani insaf be biraz, adamdan The Order 1886 grafikleri mi bekliyordunuz?



Dıııt dı dıt dıt dııı dı dıt. Dıırıdıt dıt dıııt!

   Son olarak oyunun müziklerine de değinelim. ÇOK İYİ! Oyunlarda genellikle müzikler en az umursadığım şeylerdir. Oynadığım birçok oyunun aklımda bir müziği bile yer edemez. Ama Valiant Hearts, The Last of Us gibi çok iyi müziğe sahip oyunlar bulunca da görmezden (ya da duymazdan..?) gelmem. Undertale de bu tip oyunlardan biri. Oyunun gerçekten çok iyi müzikleri var. Ve her müzik de ait olduğu mekana, karaktere çok iyi uyum sağlıyor. Waterfall mekanının müziği gerçekten mekanın kendisi gibi çok huzur verici. Mettaton karakterine ait olan Metal Crusher müziği ise karakterin kendisi gibi çok eğlenceli. Eğer oyunu mutlu sonda bitirirseniz son bossda çalan müzik acayip epik, tıpkı savaşın kendisi gibi. Kısaca oyunun her şeyi gibi müzikleri de çok güzel, oyunu oynamayacaksanız bile müziklerini açıp dinlemenizi öneririm.

Son Karar
 
  İncelemede de uzun uzun bahsettiğim üzere, Undertale her şeyiyle tamamen bir başyapıt. Peki, bu oyunu almalı mısınız? Evet, oyun harika ama kesinlikle herkese hitap etmiyor. Eğer oyunlarda grafiklere çok önem vermiyorsanız, en sevdiğiniz oyunlar listesini Call of Duty, Assassin's Creed gibi oyunlar doldurmuyorsa, İngilizceniz iyiyse, bilgisayarınız milattan önce 10.000 yılından kalmadıysa (ki oyunun sistem gereksinimleri acayip düşük), oyunlarda hikayeye önem veriyorsanız, karakterlere çabuk bağlanıyorsanız hemen, şu anda, bir saniye bile beklemeden gidin ve bu oyunu alın. Ama bu saydığım kriterlerden en az üç tanesine sahip değilseniz bu oyundan nefret etme olasılığınız var. Haberiniz olsun...

Artılar:
+Müzikleri, hikayesi, karakterleri, oynanışı ve her şeyiyle kendine özgü ve harika bir oyun olması

Eksiler:
-Her ne kadar oyunun büyük bir eksiği olduğunu düşünmesem de herkesin seveceği türden bir oyun olmadığını belirtmek istiyorum.

PUAN: 93