13 Mart 2016 Pazar

Oyun Koleksiyonu: Undertale





Undertale nedir?
 
   2015'in sonbaharında bir gün. Fallout 4'ün, Rise of The Tomb Raider'ın, Assassin's Creed'in falan çıktığı dönemler. Kısaca yine bir ton büyük oyunun çıktığı klasik bir sonbahar ayı. Ben de sürekli metacritic'den oyunların puanlarına bakıyordum. Yine "Bakalım puanlarda ne gibi değişiklikler var, yeni oyunların incelemeleri gelmiş mi" diye bakarken puan kutucuğunda mütevazi bir şekilde "99" yazan bir oyun gördüm. Resmi de sadece siyah bir zemin üzerine büyük harflerle "UNDERTALE" yazısıydı. Hemen tıkladım. Baktım ki daha 5-6 inceleme falan yayınlanmıştı. "Peh. Sıradan bir oyundur işte. İlk incelemeler yüksek gelmiş diye heyecanlanmıştım ben de. Yakında düşer puanları." diye kendimi ikna ettim.

  İlerleyen günlerde oyuna yeni incelemeler gelmeye başladı. Puan 98'e düştü. 97'ye düştü. Bir süre sonra 96'ya falan düştü (Şu an 92). Ama yok, bu işte bir terslik var.  Yine de fazla yüksek bu şeyin puanları. Almayı düşündüm ama kendimi çok salak bir şekilde "Amaan, şu grafiklere bak. En fazla ne kadar iyi olabilir ki? Muhtemelen sevmem bile." diye ikna ettim. Resmen oyunun düşmanı olmuştum. Böyle küçük çaplı bir oyunun, en sevdiğim oyunların puanlarını geçmesini yediremiyordum kendime. Bir şekilde bu şeyi oynamamak için ikna ettim kendimi.

   Bir ay sonra her ay aldığım oyun dergimi aldım. Orada incelemesi vardı. Hayvan gibi yüksek puan vermişlerdi. Savunmam yıkılıyordu. Herkes bu oyunu çok seviyordu. Oynamak zorunda gibi hissediyordum kendimi. Ama ya sevmezsem? Çok büyük bir hayal kırıklığı olacağı kesindi. Yine erteledim...

  Aralık ayının başlarında bir arkadaşım Undertale diye bir oyunu oynadığını söyledi ve bana ne kadar iyi bir oyun olduğunu sürekli anlattı. Duymazdan geldim...

  Ve en sonunda çok büyük hayranı olduğum bir youtuber, Undertale'i oynadığını ve hayatında oynadığı en iyi oyunlardan biri olduğunu söyledi. Artık dayanamıyordum. 2016 Ocak ayının ortalarına doğru oyunu aldım ve heyecanla oynamaya başladım. Yakında En Sevdiğim 10 Oyun listesini güncellemeyi planlıyorum bu arada...


Gülen Çiçek, Keçi Boynuzlu Teyze... NOLUYOR LAN?

   Oyunun hikayesiyle başlayalım. Uzun zaman önce, çok uzak bir galakside... Pardon, uzun zaman önce Dünya'da insanlar ve canavarlar barış ve huzur içinde yaşardı. Sonra Ateş Ulusu... Tamam saçmalamayı kesiyorum, sonra insanlar ve canavarlar arasında bir savaş çıktı. Bu savaş insanların zaferiyle sonuçlandı ve insanlar canavarları yer altına hapsetti ve çıkışı güçlü bir büyüyle kapattı. Biz de oyunda küçük bir çocuğu oynuyoruz. Yıl 201X (evet, 201X...). Bizim bu küçük çocuk, tırmananların asla geri dönmediği söylenen Ebott Dağı'na tırmanıyor. Dağın tepesindeyken ayağı takılıyor ve büyük bir çukura düşüyor. Çukurdan çıkabilmek için yoluna devam eden çocuğun karşılaştığı ilk şey kendini Flowey olarak tanıtan bir .Bu çiçek bize çok dost canlısı davranıyor ve bize oyunun kurallarını öğretmeye çalışıyor. Ancak Flowey'in manyak olduğunu ve tek amacının bizi öldürmek olduğunu anlamamız kısa sürüyor. Ama neyse ki (üstteki resimde görebileceğiniz) Toriel, bizi kurtarıyor ve bize yeraltında, canavarların dünyasında rehberlik ediyor. Halbuki bizim çocuğun tek amacı yer altından kurtulmak...

   Evet, hikaye böyle işte. Nasıl ama? Kötü, değil mi? Değil, şu an anlattığım kısım oyunun ilk 10 dakikası falan. Oyunun gerçekten harika bir hikayesi var ama burada size anlatıp da bütün sürprizleri bozacak değilim. Ama şöyle anlatabilirim ki, burada harika hikayeden kastım çok duygusal, çok epik, veya çok komik olması değil. Hepsinden biraz olması. Undertale, sizi yeri geldiğinde çok duygulandırıyor, yeri geldiğinde çok güldürüyor, yeri geldiğinde çok gaza getiriyor hatta yeri geldiğinde bir korku oyunu oynuyormuşçasına korkutuyor. Bir oyun bütün bunları nasıl yapabilir? Ben de bilmiyorum aslında, ama Undertale'de bütün hikaye öğeleri kusursuz bir şekilde ayarlanmış.

  İşin ayrı bir boyutu ise, hikayenin çizgisel olmaması. Hikayenin ilerleyişi, karakterlerin tepkileri, hikayenin finali tamamen oynanış stilinize göre değişiyor. Oyunu ilk oynadığınızdaki en iyi dostlarınızdan birisinin, ikinci oynayışınızda yaptığınız şeylere göre en büyük düşmanlarınızdan birisine dönüşebilmesi gerçekten şok edici bir şey. Ayrıca, sürprizi kaçırmadan söylemeye çalışacağım: Undertale'i siz oynamıyorsunuz, oyun sizi oynuyor. Oyun boyunca yaptığınız şeylerle yüzleşmek zorunda kaldığınızda "Ben ne yaptım?" gibi bir tepki vermeniz gayet olası. Ve bu durumda kazanan siz değil, oyun olacak. Aman diyim, oyunu küçümsemeyin.


  Hikayenin temel öğelerinden bahsettik, biraz da karakterlerden bahsedelim. Oyunun cidden geniş bir karakter kadrosu var. Ve tüm karakterler farklı özellikleriyle öne çıkıyor. Örneğin Toriel, size anne gibi davranan ve sizi tüm tehlikelerden korumaya çalışan bir karakter. Sans ise iğrenç esprileriyle ve tembelliğiyle öne çıkan, çok eğlenceli bir karakter. Dediğim gibi her karakterin ayrı ayrı özellikleri var ve ben her birini ayrı ayrı seviyorum. Ama onların hepsiyle dost olmak veya onları katletmek tamamen size kalmış... Bu konudan oynanış kısmında bahsetmeliyim galiba.


Seni aptal, burada ya ölürsün ya da öldürürsün! -Malum bir karakter

   Gelelim oynanışa. Oynanış aslında gayet basit olmasına rağmen birçok farklı öğeyi içinde barındırıyor. Ama temelde oyunun bir RPG olduğunu söyleyebiliriz. Eh, elbette bu oyunda diğer RPG oyunlarında olduğu gibi bir sürü yan görev, saatlerce süren eşya toplamalar, skiller falan filan yok. Oyun boyunca yaptığınız şeyler genellikle uzun uzun yürümek, karakterlerle konuşmak, bulmacaları çözmek (ki genellikle gayet kolay oluyorlar), karşınıza çıkan düşmanları halletmek oluyor. Dediğim gibi, oyunun oynanışında çok karışık öğeler yok. Ama isterseniz bir de savaş mekaniğine bakalım.


  Oyunda savaşlar turn-based (sıra tabanlı) şekilde işliyor. Siz bir hareket yapıyorsunuz, sonra rakibiniz bir saldırı yapıyor ve siz de o saldırıdan kaçmaya çalışıyorsunuz. Üstteki resme bakın, şu kırmızı kalp sizi temsil ediyor. Onu hareket ettirerek rakiplerin yaptığı saldırılardan kaçmaya çalışıyorsunuz. Bazı savaşlarda bu çok zor, bazı savaşlarda ise oldukça kolay oluyor çünkü her karakterin çok farklı saldırı şekilleri oluyor. İşin daha güzel tarafıysa her boss savaşında yeni bir mekanik eklenmesi. Örneğin bir boss savaşında hareket edemiyorsunuz ama bir kalkanınız oluyor ve bu kalkanı doğru yöne çekerek saldırılardan korunmaya çalışıyorsunuz. Başka bir boss savaşında ise mor iplerin üzerinde tırmanarak saldırılardan kaçmanız isteniyor. Savaş sistemi oldukça eğlenceli olsa da savaş sistemini özel kılan şeyden daha bahsetmedim bile...


   Hani hikayeden bahsederken oyunda yaptığımız şeylerin birçok şeyi değiştirebileceğini söylemiştim ya, bu olayın kilit noktası savaş sistemi. Dediğim gibi, yeraltındayız ve canavarlar insanlardan korktuğu için sizi öldürmeye çalışıyorlar. Ama siz onları öldürmek zorunda değilsiniz. Siz kimseyi öldürmek zorunda değilsiniz. Hatta oyun boyunca (bir boss savaşı hariç) kimseye vurmak zorunda bile değilsiniz. Peki savaşlardan nasıl kurtulacaksınız? Çok basit, yaratıklarla dost olarak! Yukarıdaki resimde gördüğünüz "ACT" tuşu var ya, işte ona basınca önümüze bir grup etkileşime girme seçeneği çıkıyor. Bunlardan doğru olanları doğru sırayla seçtiğimizde karşımızdakiyle dost oluyoruz ve onların canını bağışlayabiliyoruz. Her canavarı geçmek için farklı seçenekler denemeniz gerekiyor. Bazı yaratıklarla dost olmak için ona övgü dolu sözler söylememiz yeterliyken, bazılarına sarılmamız, bazılarına da dik dik bakmamız gerekiyor. Savaş esnasında önünüze gelen seçenekleri değerlendirip  doğru olanları seçmeniz lazım (Boss savaşlarında genellikle oyun sizden farklı şeyler yapmanızı istiyor ama, onları kendiniz bulmanız lazım). Ha eğer ki ben kimseyle dost olmaya uğraşmam, FIGHT tuşuna basıp ölene kadar vurmaya devam ederim diyorsanız SONUÇLARINA KATLANACAKSINIZ, bundan emin olun (Haberiniz olsun, oyun boyunca bir kişiyi bile öldürürseniz mutlu sonu alamazsınız).


Grafikler?..
 
   Veee gelelim birçok insanın oyuna ön yargıyla yaklaşmasına sebep olan o güzelim şeye: Grafikler. Evet, kabul ediyorum. İlk bakışta grafikler rezalet görünüyor olabilir. Çünkü yaklaşık 30 yıllık oyunların grafiklerine sahip. Ama bu oyunun kötü grafiklere sahip olduğu anlamına mı geliyor? İşte bunu tartışabiliriz. Şu bir gerçek: Undertale yeni nesil grafiklere sahip bir oyun olamazdı. İşlemezdi yani, mümkün olamazdı öyle bir şey. Oyunun oynanış tarzı, mekan tasarımları, karakter çizimleri, bunlar yeni nesil gerçekçi grafiklere uyarlansaydı Undertale'in hikayesini anlatan farklı bir oyun ortaya çıkmış olurdu. Youtube'da falan Undertale'in 3D'ye uyarlanmış bazı bölümlerini izledim ve inanın bana, oyun öyle çıkmış olsaydı şu an aldığı puanlardan en az 20 puan az alırdı. İşin ayrı bir tarafı da şu ki, Undertale'in grafikleri oyunun atmosferini çok iyi yansıtıyor. Eğer bir oyunda grafiklerin ne kadar kötü olduğu sizi sürekli rahatsız ediyorsa o oyun atmosferi iyi sağlayamıyor demektir. WoW o grafiklerle 10 yıldır nasıl o kadar oyuncuya sahip sanıyorsunuz? Undertale'in bu konuda sorunu yok, oyunu oynarken hiç grafikler ne kadar kötü diye düşünmeyeceğinize emin olun. Bir örnek verecek olursam, oyunu almadan önce açıp bir baktığımda grafiklerin 30 yıllık oluşu hevesimi kırmıştı ama oyunu oynarken bu durum umrumda bile olmadı. Yani demek istediğim, oyunun grafikleri eski olsa da sağladığı atmosfer ve anlattığı hikaye sayesinde bu durum hiç ama hiç göze batmıyor.

NOT: Bir de oyun (büyük bir kısmı) tek bir kişi tarafından yapıldı. Hani insaf be biraz, adamdan The Order 1886 grafikleri mi bekliyordunuz?



Dıııt dı dıt dıt dııı dı dıt. Dıırıdıt dıt dıııt!

   Son olarak oyunun müziklerine de değinelim. ÇOK İYİ! Oyunlarda genellikle müzikler en az umursadığım şeylerdir. Oynadığım birçok oyunun aklımda bir müziği bile yer edemez. Ama Valiant Hearts, The Last of Us gibi çok iyi müziğe sahip oyunlar bulunca da görmezden (ya da duymazdan..?) gelmem. Undertale de bu tip oyunlardan biri. Oyunun gerçekten çok iyi müzikleri var. Ve her müzik de ait olduğu mekana, karaktere çok iyi uyum sağlıyor. Waterfall mekanının müziği gerçekten mekanın kendisi gibi çok huzur verici. Mettaton karakterine ait olan Metal Crusher müziği ise karakterin kendisi gibi çok eğlenceli. Eğer oyunu mutlu sonda bitirirseniz son bossda çalan müzik acayip epik, tıpkı savaşın kendisi gibi. Kısaca oyunun her şeyi gibi müzikleri de çok güzel, oyunu oynamayacaksanız bile müziklerini açıp dinlemenizi öneririm.

Son Karar
 
  İncelemede de uzun uzun bahsettiğim üzere, Undertale her şeyiyle tamamen bir başyapıt. Peki, bu oyunu almalı mısınız? Evet, oyun harika ama kesinlikle herkese hitap etmiyor. Eğer oyunlarda grafiklere çok önem vermiyorsanız, en sevdiğiniz oyunlar listesini Call of Duty, Assassin's Creed gibi oyunlar doldurmuyorsa, İngilizceniz iyiyse, bilgisayarınız milattan önce 10.000 yılından kalmadıysa (ki oyunun sistem gereksinimleri acayip düşük), oyunlarda hikayeye önem veriyorsanız, karakterlere çabuk bağlanıyorsanız hemen, şu anda, bir saniye bile beklemeden gidin ve bu oyunu alın. Ama bu saydığım kriterlerden en az üç tanesine sahip değilseniz bu oyundan nefret etme olasılığınız var. Haberiniz olsun...

Artılar:
+Müzikleri, hikayesi, karakterleri, oynanışı ve her şeyiyle kendine özgü ve harika bir oyun olması

Eksiler:
-Her ne kadar oyunun büyük bir eksiği olduğunu düşünmesem de herkesin seveceği türden bir oyun olmadığını belirtmek istiyorum.

PUAN: 93



26 Şubat 2016 Cuma

Oyun Koleksiyonu: Firewatch


Ben niye oynadım ki şimdi bu oyunu?

  Cidden, oyun hakkında hiçbir fikrim olmadan neden alıp da oynadım bilmiyorum. E3'de (Gamescom da olabilir, hiçbir fikrim yok) falan videolarını görmüştüm. Hoş görünüyordu. O kadar. Videoların da yarısını falan izlemiştim herhalde. Oyunun neyle alakalı olduğunu falan hiç bilmiyordum. Birden Şubat'ta Firewatch diye bir oyunun çıkacağını görünce "Hö? O neydi ya?" diye tekrar açıp baktım Steam'den. Ne olduğunu hatırladım. Ve nedensiz bir şekilde birden oyunu alma isteği doğdu içimde. Sonra baktım, fiyatı da 30 lira falanmış. Oldukça ucuz. Niye almıyorum ki bu oyunu ben? Sonra çıkış gününü beklemeye başladım. Evet, hakkında hiçbir fikrim olmadığı bir oyunu heyecanla beklemeye başlamıştım birdenbire. Halbuki Telltale oyunlarındaki gibi diyaloglarla ilerleyen bir hikaye olduğunu bilsem direkt alırdım. Neyse, neredeyse çıkar çıkmaz oyunu aldım ve oynamaya başladım. Pişman mıyım? Yoo... Neyse sizi daha fazla bekletmeden incelemeye geçeyim ben.

Bu da mütevazi kulübemiz...
Ateş Gözlemcisi

  Hikayemizin Henry adındaki bir adamı anlatıyor. Henry, mutlu bir evliliği olan yetişkin bir adam. Ancak eşi Julia'nın daha 40'lı yaşlarında Alzheimer benzeri bir hastalıkla karşılaşmasıyla bütün hayatları paramparça oluyor. Artık özel bir hastanede yaşayan ve sürekli tedavi gören Julia, Henry'nin yüzünü bile zar zor tanımaya başlıyor. Henry de, sıkıntılarla dolu hayatını bir süreliğine de olsa unutmak için gazetede gördüğü iş ilanını alıyor ve Shoshone Ulusal Ormanı'nda tüm yaz boyunca ateş gözlemciliği işine başlıyor. Bu ormanda Henry'nin görüştüğü tek kişi (aynı zamanda bir ateş gözlemcisi olan) patronu Delilah. Onu da oyun boyunca bir kez bile görmüyor. Sadece telsizden iletişime geçiyorlar. Delilah, oyun boyunca Henry'nin tek dostu oluyor. Ve gerçekten bu iki karakter arasındaki ilişkinin çok iyi yazıldığını rahatlıkla söyleyebilirim. Oyun boyunca Henry, patronu Delilah'dan aldığı direktiflere göre hareket ediyor. Daha fazla spoiler vermek istemediğim için hikayenin detaylarını anlatmayacağım. Ama oyunun sonlarına doğru hikaye çok heyecanlı bir noktaya geliyor. Ve oyunun sonu... Oyunun sonu tam bir hayal kırıklığı. Hani oyun boyunca olan tüm o gizemli şeyler, oyunun sonunda 5 dakikada saçma sapan, anlamsız bir yere bağlanıyor. Hatta oyunun sonunu görünce vereceğiniz tepki "Bu ne ya! Bu mudur yani?" falan olmuyor. "Bir dakika ya... Şaka mı yapıyorsunuz? Ben boşuna mı oynadım bu oyunu, bu mudur yani? PARAMI GERİ VERİN LAN!" oluyor. Gerçekten bu kadar heyecanlı ilerleyen ve birbirini hiç görmemiş iki karakter arasındaki bağı bu kadar iyi anlatan bir hikayeye böyle son küfür gibi resmen.


Görev yerim nerede? Minimap yok mu? Noluyor ya?

  Şimdi, gelelim yürüyüşe- pardon, oynanışa. Oyun "walking simulator" olarak da adlandırılan, Türkçe'ye "yürüme simülatörü" olarak çevirebileceğimiz türün bir üyesi. Peki bu bütün oyun boyunca sadece yürüdüğümüz anlamına mı geliyor? Evet. Temelde öyle. Oyunda her günün başında Delilah size direktifler veriyor. Örneğin Delilah size "Wapiti Çayırı'na git, oradaki istasyonu araştır." diyor. Siz de kulenizden çıkıyorsunuz, haritanızı açıyorsunuz, haritanızda "Wapiti Çayırı" yazan yeri buluyorsunuz. Baktınız, bu yer kuzeybatı yönünde. Siz de bir elinizde pusulayla kuzeybatı yönündeki patikadan ilerleyerek oraya ulaşıyorsunuz. Genelde böyle işliyor. Oyunda ilk başta bu sisteme alışamayıp bol bol kaybolmuştum ama zamanla çok daha kolaylaştı. Yani oynanışın büyük kısmını bol bol dolaşıp bir yerler keşfetmek, manzaranın tadını çıkarmak kapsıyor. Ve onun dışında yaptığımız en önemli şey ise konuşmak. Oyunda Delilah ile telsizden bol bol konuşuyoruz. Elbette bu konuşmaların gidişatını biz belirliyoruz, yani vereceğimiz cevapları biz seçiyoruz. Ve bu konuşmalar güya oyunun gidişatını etkiliyor ama hayır arkadaşlar, inanmayın. Yok öyle bir olay. Oyun her türlü aynı ilerliyor, aynı sonuçlanıyor. Diyalogların hikayeye bir etkisi yok aslında. Ama ikili arasındaki diyalogları dinlemek gerçekten çok keyifli. Hatta oyundaki en eğlenceli şey olduğunu bile söyleyebilirim. Bazı günlerde sadece Delilah ile konuşuyoruz hatta. Diyalogların çok iyi olmasının en büyük sebebi ise Henry ve Delilah'ın karakter gelişmelerinin çok iyi işlenmiş olması. Birbirine tamamen yabancı iki insanın yavaş yavaş dost olması konsepti gerçekten çok iyi işlenmiş. Bir de sağlam bir finalle bitseydi daha da iyi olacaktı tabii o da var... Neyse.


  Ama bir de herkesin (!) aklındaki önemli soru var. Oynanış tatmin edici mi? Sürekli yürüdüğümüz ve birisiyle konuştuğumuz oyun ne kadar iyi olabilir? Cevap şu ki, gayet de iyi olabilir. Şimdi "sürekli yürümek" diye özetlemek aslında mantıksız olur. Oyuna bağlanmanızı sağlayan şey çok kaliteli diyalogların yanında merak duygusu ve keşfetme isteği. Hikaye ve diyaloglar ilerledikçe siz de bir sonraki adımınızda ne olacak, bir sonraki ulaşacağınız yerde ne var diye merak etmeye başlıyorsunuz. Ve bu da oyuna heyecanla bağlanmanızı sağlıyor. Örneğin bir aksiyon oyunu, heyecanı aksiyon sahneleriyle sağlar. Firewatch ise heyecanı merak duygusuyla ve diyaloglarıyla sağlıyor. Ama yalan söylemeyeceğim, fazla yürümenin sıkıcılaşmaya başladığı yerler oluyor. Neyse ki böyle durumlarda genellikle Delilah ile konuşacak bir şeyleriniz oluyor ki hikayeden kopmuyorsunuz.

Oyuna genel olarak turuncu renk paleti hakim olsa da bu tip manzaralar da mevcut
Diğer önemli şeyler

   Bir de bu oyunun grafikleri vardı değil mi? Gerçi hangi oyunun yok ki... Pong mesela? Neyse konuyu sapıtmayalım. Oyunun grafik tarzının çok başarılı olduğunu rahatlıkla söyleyebilirim. Grafikleri en düşüğe alarak bile oynasanız yine de görsellik göz alıcı. Özellikle bazı manzaralarda her şeyi bırakıp sonsuza kadar izleyesiniz geliyor. Etrafta genel olarak turuncu renk paleti hakim. Ağaçların yaprakları turuncu, gökyüzü turuncu, toprak turuncu, orman yangınları turuncu. Tabii ormanların içine girdikçe her yer yemyeşil de olabiliyor. Oyunda kullanılan renk paleti böyle bir oyun için çok uygun olmuş gerçekten.


  Ayrıca kesinlikle bahsetmem gereken bir şey daha var: oynanış süresi. Oyun sadece 4 saat sürüyor. Evet, 4 saat. Peki bu doğru bir seçim mi? Bu oyun için 4 saat yeterli mi? Daha fazla uzamalı mıydı? Eğer hikaye düzgün bir şekilde sonlansaydı belki bunu düşünebilirdim ama şu anki mevcut durumda KESİNLİKLE hayır, yeterli değil. 4 saat nedir ya? Ne güzel hikaye gidiyordu işte, 2 saat falan daha uzun olsaydı da düzgün bir finali olsaydı değil mi? Aceleniz neydi lan! Sinir oldum ya. Neyse, incelemenin sonuna gelelim artık.

Son Karar
   Evet, Firewatch birkaç paragraftır anlattığım gibi bir oyun. Peki bu oyunu almalı mısınız? Eğer macera oyunlarını seviyorsanız, Telltale'in oyunları gibi diyalog ağırlıklı hikayelerden hoşlanıyorsanız, çok güzel çevre manzaralarını izlemeye hevesliyseniz Firewatch'ı oynamanızı kesinlikle öneririm. Ama bu deneyimin sadece 4 saat süreceği ve tatmin edici bir finalle karşılaşmayacağınız gerçeğini de mutlaka göz önünde bulundurun. Özellikle PC oyuncularına ayrıca tavsiye ediyorum oyunu, çünkü Steam'de çok uygun bir fiyatı var. Ha oyuna çok hevesli değilseniz de indirimlerde falan mutlaka alın yani. Güzel oyundur sonuçta.







23 Ocak 2016 Cumartesi

League of Legends Lane Rehberi

Öncelikle hepinize merhabalar. Diğer adminimiz Hearthstone oyunu üzerinde size içerikler sunacakken (örnek bir yazısı için buyrunuz:  http://teknolahmacun.blogspot.com.tr/2014/09/hearthstone-legendary-kartlar-ve-turkce.html) ben de size LoL ile ilgili güzel içerikler sunmaya çalışacağım ve bunun yanı sıra diğer oyun incelemeleri ve diğer tür içerikleri de sizlerle buluşturacağız. Bugün sizinle  Laneler hakkında konuşmak ve yardımcı bir rehber hazırlamak istiyorum. Öncelikle lane nedir, laneler nelerdir onları konuşalım.Lane, İngilizce bir kelimedir ve Türkçe karşılığı 'koridor'dur.  League of Legends'da  3 adet lane bulunur (Sihirdar Vadisi'nde). Bu lanelerden üst tarafta olanına Top Lane (kısaca Top), ortada olana Middle Lane (kısaca Mid) ve aşağıda olana Bottom Lane (kısaca Bot) denir. Bu lanelerin yanı sıra Jungle, yani orman bulunur ve yukarı seviyelerde Jungle'da bir lane olarak kabul görülür (yaklaşık 25 level civarında). Top Lane ile başlayalım. 'Top' kelimesi 'yukarı' anlamına gelmektedir ve üstteki koridora (laneye) bu ismin verilmesinin sebebi budur. Eğer oyuna yeni başlamışsanız Top Lane'de 2 kişinin oynadığını görürsünüz ancak daha önce de belirttiğim gibi eğer 25 seviye civarındaysanız Top Lane'de 1 kişi görürsünüz ve önceden 2 kişi oynarken 1 kişiye düşmesinin sebebi diğer oyuncunun Jungle rolünü üstlenmesidir (Jungle'dan daha sonra bahsedeceğiz). Top Lane oldukça önemli bir koridordur ve görevi TF'ler ( TF Team Fight, yani takım dövüşü anlamına gelmektedir. Bu ismi almasının sebebi teke tek değilde takıma takım savaş olmasıdır. Yani 5'e 5'lik bir savaş. Oyunun erken safhası, yani herkesin yeteri kadar kasılmaya çalıştığı dönem bitince başlar ve oyunun kaderini etkiler bu savaşlar. ) başlayana dek koridorda rakibine üstünlük sağlamak, onun kasmasını engellemek, minyon keserek kasılmak (güçlenmek) ve mümkünse koridorda kuleleri keserek rakibin inhibitörünü (inhibitör ve kule gibi Sihirdar Vadisi ile ilgili kavramları başka bir yazımızda inceleyeceğiz.) patlatmaktır. Bu koridordaki oyuncu eğer başka bir koridordaki arkadaşı yardıma ihtiyaç duyuyorsa arada sırada ona yardım etme amaçlı baskınlar atabilir. TF'ler başlayınca koridorunu bırakmalı, takımına yardım etmek için takımıyla birlikte dolaşmalıdır. Bu laneye alınması gereken herolar hem hasar çıkartabilecek, hem de tank olma özelliğine sahip olabilecek herolar olmalıdır ama eğer oyuncu isterse bunun sadece hasar veya sadece tank kısmına yönelebilir. Benim tavsiyem Renekton, Garen gibi hem tank olup hem hasar verebilen heroların alınmasıdır. Şimdi Middle Lane'e gelelim. Middle Lane'de (Mid olarak bahsedeceğim bu koridorun isminden) her zaman bir oyuncu bulunur. Bu koridordaki oyuncunun görevi de Top Lane oyuncusunun görevleriyle aynıdır. Bu koridora alınması gereken herolar ani hasarı çok yüksek olan herolar olmalıdır ancak oyuncu yine de istediği gibi bir tercih yapabilir. Bottom Lane'de ise 2 oyuncu bulunur. Bunlardan biri nişancı bir şampiyonla oynanan ADC (yani Attack Damage Carry), bir diğeri ise ADC'ye yardım etme görevine sahip Support'dur. Herolar değişse dahi bu Adc ve Support'ların görevi değişmez. Bu koridordakilerin görevi de diğerleriyle aynıdır. Bir de bu koridorların tamamına yardım etmekle sorumlu Jungle, yani Ormancı vardır. Jungle, baskın yapabilecek olan bütün şampiyonlarla (herolarla) oynanabilir. Jungle, oyunda yaratıkları barındıran ormandaki canavarları öldürerek kasılmaya çalışır ve diğer koridorlardaki oyunculara yardım eder.
  Bugünlük benden bu kadar. Umarım yardımcı olmuşumdur. Herkese iyi oyunlar!



1 Ağustos 2015 Cumartesi

Oyun Koleksiyonu: Rocket League


Beklenmedik roket baş yararmış...
   Temmuz ayının başında PS Plus bedava oyunlarına baktığımda neredeyse bütün PlayStation sahipleri gibi "Yeter be Sony! Yine mi ismi bile duyulmamış oyunlar! Böyle doğru düzgün AAA oyunlar verseniz ölür müsünüz ya? Şirketiniz mi batar?" diye bağırmamak için kendimi zor tutmuştum. İsteksiz isteksiz oyunları indirmeye giderken "İlk hangisini indirsem acaba?" diye düşündüm. Sonra resminde arabalar ve futbol topu olan Rocket League'i gördüm. Aklıma yıllar, yıllar, yıllar, çok fazla yıllar önce (galiba 10-11 yıl) oynadığım Bumperball oyunu geldi. Oynamayı beceremediğim daha doğrusu... O gazla "Haa, bunu oynarım galiba..." diyerek indirdim Rocket League'i. Birkaç saat sonra internetten oyun haberlerine bakarken "Rocket League, Steam'de birinci oldu!" başlıklı bir haber gördüm. Habere tıkladığımda o oyunun benim Plus'dan indirdiğim oyun olduğunu gördüm. Ve oyunu oynamaya başladım... Zaten haftalar içinde oyunun ünü kat ve kat artmış, YouTube'da Rocket League videosu yüklemeyen çok az oyun kanalı kalmış, Twitch'de LoL'ü, Hearthstone'u, CS: GO'yu bırakıp da saatlerce Rocket League yayını yapan yayıncıların sayısı kat kat artmıştı. Bütün bunlar olurken ben saatlerce Skyrim oynamaktaydım... Yani, ilk kez Skyrim oynuyordum ve oyunu beklediğimden çok çok daha fazla sevmiştim. Skyrim beni mıknatıs gibi çekiyordu, o anda Rocket League'i falan düşünemezdim yani kimse kusura bakmasın. Konuyu bağlayamadım değil mi? Neyse Skyrim'i boşverelim, konumuz Rocket League'di. Sonuç olarak Skyrim eninde sonunda bitti ve ben sonunda doğru düzgün Rocket League oynamaya başladım. Tamam, cidden, biri çıkıp da "Arabalarla futbol oynadığımız bir oyun, yılın en iyi oyunlarından biri olacak!" deseydi inanır mıydınız? Karşınızda Rocket League!


Oyuna başlamak
   Şimdi bu Rocket League nedir? Neden bu kadar ünlü olmuştur? Yaz ayında çıktığı için. Yani ne sandınız, oyunu gidip de popüler oyunların çıktığı sonbahar aylarına koysalardı bunun onda biri kadar popüler olamazdı. Tamam tamam, konuya dönelim. Nedir bu Rocket League? Özetle halı saha büyüklüğünde bir stadyumda, maksimum 4 oyuncudan oluşan takımlarla oynanan bir araba-futbol oyunudur. Evet efendim, 8 tane arabanın bir topu kaleye sokmasını düşünün. Hem de arabanın iki katı büyüklüğünde bir topu... Şimdi dediğim gibi iki takım karşı karşıya. Mavi ve Turuncu takım. Bu takımların her biri maksimum 4 oyuncu alabiliyor. İsterseniz tamamen gerçek oyuncularla oynarsınız, isterseniz de tek başınıza botlarla oynarsınız, isterseniz yanınıza bir arkadaşınızı alıp botlara girişirsiniz veya yine birisiyle 1v1 düello yapabilirsiniz ki bu bayağı eğlenceli oluyor. Siz sormadan söylüyorum, oyun split screen desteği veriyor bu arada, o konuda sıkıntınız olmasın. Neyse, oyun modunu seçtik ve oyuna giriyoruz. Ya da girmeden önce garajımıza uğrayalım...

Resim bana ait değil. Zaten almanca bilmiyorum.

Araba modifiye etmece
   Geldik garajımıza... Garajda ne yaptığımızı tahmin etmişsinizdir, arabamızı şekillendiriyoruz. Toplamda yedi tane modifikasyon seçeneği var. Birincisi arabanın şekli. Buradan arabanın şeklini belirliyoruz. Burada birçok, birbirinden farklı seçenek var. Mesela kamyon gibi arabalar veya spor araba şeklinde arabalar falan. Benim favorim "Paladin" denen arabaydı mesela. İkincisi de arabanın desenleri. Buradan arabamızın üzerindeki deseni seçebiliyoruz. Üçüncüsü de arabanın boyaması. Mavi takım ve turuncu takım için ayrı renk seçenekleri yapıyoruz çünkü mavi takımda sadece mavi tonlarını, aynı şekilde turuncu takımda da turuncu tonlarını kullanabiliyoruz (arabanın üzerindeki deseni istediğimiz renk yapabiliyoruz o ayrı). Dördüncü seçenek ise tekerlekler. Buradan tekerlek seçiyoruz. Beşinci seçenek turbo görüntüsü. Oyundaki arabamızın turbosu var ve bu kısımdan turboyu aktif ettiğimizde oluşan görüntüyü seçiyoruz. Bu kısımda klasik kırmızı ateş, mavi neon gibi klasik seçenekler de varken konfeti, kar topu, gökkuşağı gibi değişik şeyler de var. Arkanızda konfeti bırakarak gitmek iyi olabiliyor tabii. Altıncısı biraz daha ilginç. Arabanın tepesine çeşitli şapkalar koyabiliyoruz. Bu kısımda bir sürü seçenek var. Viking şapkası, polis ışıkları, taksi tabelası gibi ilginç seçenekler mevcut. Son seçenek de arabanın anteni. Bu seçeneği kullanmazsak arabamız normal dururken bunu kullandığımızda arabanın arkasında bir anten çıkıyor ve antenin tepesine bir şey takabiliyoruz. Ülke bayrakları seçeneği mevcut olduğu için (ben dahil) çoğu oyuncu kendi ülkesinin bayrağını koyuyor ama kurukafa, veya değişik resimli bayraklar falan da var. Yani tüm seçenekler böyle. Peki bu tür modifikasyonları nasıl açıyoruz? Açıkçası oyun bunları açmamız için güzel bir yöntem bulmuş. Oyunda her maç bitirdiğimizde rastgele bir modifikasyon kazanıyoruz. Bu yeni bir araba olabilir, herhangi bir araba için boya olabilir, üstte sıraladığım her şey olabilir. Burada anahtar kelime maç "bitirmek". Maçı kazanmanız veya kaybetmeniz önemli değil, bitirseniz yeter. Bu sistemi millet oyunun ortasında çıkmasın, 10-0 yenilse bile "Bari yeni eşyamı alayım." diye maça devam etsin diye yapmışlar sanıyorum ve bayağı da iyi olmuş. Eşyaları bunun dışında elde etmenin bir yöntemi yok. Zaten eşyaların oynanışa bir etkisi de yok. Pay To Win (kazanmak için öde) sistemi tamamen sıfır. Kazandığınız arabalar, turbo çeşitleri, hiçbiri sizin daha hızlı veya daha güçlü olmanızı falan sağlamıyor. Sadece dekorasyon amaçlılar. Yani oyun tamamen yeteneğe bağlı. Böylece çok zengin ama beceriksiz bir adam, oyunu PS Plus'da bedavaya almış ve öyle her oyuna yüzlerce dolar yatıracak kadar zengin olmayan yetenekli bir adamı ezip geçemiyor. Oyun %100 yeteneğe bağlı. Ne kadar zengin olursanız olun, Rocket League'de bunun bir katkısı olmuyor. Bu bence büyük bir artı. Ama umarım oyunun yapımcıları "Zaten herkes alır ya, hayvan gibi para kazanırız" diyerek hızınızı veya gücünüzü arttıran özel faktörler falan eklemezler.


Topa vurma dersleri
   Peki, arabamızı aldık, oyun modunu seçtik, şimdi ne yapacağız? Oyunun oynanışı son derece basit. En azından gamepad ile oynarsanız çok basit. Ama eğer ki klavye ile oynamakta ısrar ediyorsanız işiniz çok zor, ben şimdiden söyleyim. Oyunda topa şut çekmek veya pas vermek için özel tuşlar yok. Yapabileceğiniz her şeyi topa çarpa çarpa yapmak zorundasınız. Geri kalan kontroller tamamen yarış oyunlarındaki gibi. Bir de turbomuz var ki turbo oyundaki kilit noktalardan biri. Sahanın üzerindeki turuncu ışıkların üzerinden geçerek turbomuzu arttırıyoruz. Turbo çok hızlı bitiyor o yüzden idareli kullanmaya ve sürekli toplamaya dikkat etmek lazım. Şunu unutmayın, %100 turbosu olan beceriksiz biri, hiç turbosu olmayan yetenekli birinden daha üstündür. Ayrıca arabamızla da zıplayabiliyoruz ki bu özellik havadan gelen topları karşılamak için olmazsa olmaz. Bu arada, zıpladıktan sonra turboya basarak ve gamepaddeki hareket tuşunu aşağı çekerek turbomuz bitene kadar havada uçabiliyoruz. Yani kontroller böyle, amaç da şu devasa topu rakibin kalesine sokmak. Eğer çoklu oyuncuyla oynuyorsanız kalede kalecilik yapması için birisini görevlendirmeniz bazen mantıklı olabiliyor. Ama herkes atağa girişse de başarılı sonuçlar elde etmek son derece mümkün tabii. Ayrıca arabamız yerçekimi kurallarını pek takmıyor genellikle. Arabamızı duvarlarda istediğimiz gibi sürebiliyoruz. Hatta birkaç saniye boyunca tavanda bile sürebiliyoruz. İşte oynanış böyle, basit ve eğlenceli. Burada basitten kastım kolay olması değil, çünkü oyunda ustalaşmak cidden zor. Basit derken sadeliğinden bahsediyorum. Öyle onlarca farklı özel güç, dev bir saha, silahlı arabalar falan yok. Sadece birkaç tane araba, dev bir top, iki tane kale ve turbolar var. Bir de bol bol eğlence... Yalnız bu sadelik bir süre sonra oyunun kendini tekrar etmesine sebep olmuyor değil. Eğer arkadaşınız varsa aylar boyunca birlikte eğlenebilirsiniz ama kendi başınıza oynadıktan sonra bir süre sonra sürekli aynı şeyi tekrar tekrar yaptığınızı düşünebiliyorsunuz. Ki öyle zaten, oyun ne kadar sade olsa da bu sadelik oyunun kendini tekrarlamasını sağlıyor. Ama bunu çok büyük bir eksi olarak görmüyorum çünkü yapımcıların bunu yeni sahalar ve yeni oyun modlarıyla falan en kısa sürede düzelteceğinden eminim.


Grafikler + Sonuç
   İncelemeyi bitirmeden önce bir de grafiklerden bahsedeyim. Oyun Unreal Engine 3 oyun motorunu kullanıyor. Eski bir oyun motoru evet, zaten teknik açıdan oyunun grafiklerinin pek de iyi olduğunu söyleyemeyiz. Ama kendine has ve göze çok güzel gelen bir görselliği var. Böyle renkli renkli, arcade havasında. Cidden iyi görünüyor. Müziklere gelecek olursam... İyi... Yani pek müzik yorumcusu sayılmam ama cidden hoş yani. Oyunun her şeyi kendine has bir güzelliğe sahip. Müzikleri, oynanışı, grafikleri falan. Her neyse, son bir karar verecek olursak, Rocket League gerçekten çok iyi bir oyun. Hangi tür oyunları seviyor olursanız olun Rocket League oynarken eğleneceğinize eminim. Oyun şu an Steam'de 31 TL. Bir günlük yemek parası. Bir gün evden yiyin, Rocket League alın. Kesinlikle değecektir. PS Plus'da ise tüm Temmuz ayı boyunca bedavaydı. Bu yazıyı 1 Ağustos günü yazıyorum ve 5 Ağustos'a kadar bedava olmaya devam edecek. PlayStation Plus sahipleri, bu oyunu şimdiye kadar almadıysanız şimdi koşun ve indirin bedavaya. Hani bu oyuna 31 TL vermemek istemeyebilirsiniz ama bedava bulmuşken indirmemeniz için HİÇBİR nedeniniz olamaz. Benden bu kadar, bir sonraki yazıda görüşürüz!

Artılar
+ Sade ve felaket eğlenceli oynanış.
+ Pay to Win'in sıfıra indirilmiş olması
+ Kendine has oyun,grafik ve müzik tarzı

Eksiler
- Çeşitlilik az (Gelişecek)
- Oynanış kendini tekrar edebiliyor

PUAN: 90

25 Temmuz 2015 Cumartesi

Oyun Karakterleri Hearthstone Kartları Olsaydı

Durup dururken aklıma gelen "Acaba oyun karakterleri Hearthstone kardı olsa nasıl olurdu ki?" düşüncesiyle yaptığım kart tasarımlarını huzurlarınıza sunuyorum. Bu arada şunu da belirteyim ki tasarımlar tamamen bana, yani bu sayfaya aittir. Başka kaynaklarda görürseniz itibar etmeyiniz. Eğer kendi sayfanızda paylaşacaksanız lütfen kaynağı yani Teknolahmacun blogunu belirtiniz. Ayrıca kartın alt tarafında karakterin içinde bulunduğu oyun belirtilmiştir. Ha bir de not düşeyim, kartların hiçbiri Rogue sınıfına ait değil. Hepsi Neutral. Ama ben daha havalı görünmeleri için Rogue kart tasarımını kullandım.

Klasik Hitman tiplemesi. Gizli, yetenekli bir süikastçi, ve çok fazla hasara dayanamıyor.
Gizli rakipleri bile öldürür. Çünkü o Hitman! 
"You shall not pass!"ın vücut bulmuş hali.
Gizli olmazsan ölürsün. Hep gizli olmak lazım.

Şeytan yok mu? Yanına çağır. Mantıklı.

Dovahkiin, Dovahkiin, naal ok zin los vahriin...

5 mana 6/7 OP!

Geralt ile vur, Pyroblast çek. 14 hasar GG.

Ya sinirlendirmeden önce öldür, ya da öl.

O kadar zırhın üstüne Divine Shield iyi gider.

Hazine avcısı payının birazını size veriyor.

Aduket değil, Hadouken o!


Cairne Bloodhoof'u kopyalamak...

GET OVER HERE!!!

Öfkenin en gösterilemeyen hali.

Varlığı yeter.



20 Temmuz 2015 Pazartesi

Oyun Koleksiyonu: Batman Arkham Knight



 Başlamadan önce çok önemli bir not...
    Bakın sayın incelemeyi okuyan dostlar, bu yazı ÇOK, ÇOK, ÇOK FAZLA spoiler doludur. Hani bildiğimiz oyunun sonudur, büyük sürprizleridir falan hiçbirini affetmeden anlatacağım sizlere. O yüzden yazının italik yazılmış kısımlarını -mesela bunun gibi- okumak istemeyebilirsiniz. Eğer bu oyunu bitirmişseniz veya hiçbir zaman oynamayacaksanız gönül rahatlığıyla okuyun ama eğer daha oynamadıysanız italik yazılmış kısımları geçin. Zaten oynanışla ilgili kısımlarda falan muhtemelen hiç spoiler vermem ama hikayeyi anlattığım kısım çılgınlar gibi spoiler dolu olacak. Şimdiden iyi okumalar.



Ve Batman böyle öldü...
   "Hani italik yazılmış kısımlarda spoiler vardı lan! Daha başlıktan hayvan gibi spoiler verdin!" diye bağırmayı kes sevgili okur, bu söz oyunun en başında, ilk sahnesinde komiser Jim Gordon (Breaking Bad'den Mike tarafından seslendirildiği için bu oyunda kendisini ayrı bir sevdim) tarafından söylenen sözden alıntı: "İşte böyle oldu. İşte Batman böyle öldü..." 
   
   Oyuna FPS kamera açısından bir polisi kontrol ederek başlıyoruz. Bir kafedeyiz. Konuşmalarımızdan bu mekana alışık olduğumuz anlaşılıyor. Sakince siparişimizi beklerken yanımıza bir adam geliyor. Bize köşedeki masada bir adamın sigara içmek yasak olmasına rağmen sigara içtiğini söylüyor (İçimden "Ne hemen polise gidiyorsun, bırak içsin ne olacak sanki..." diye düşünmüştüm o anda.). Biz de sesimizi çıkarmadan o köşedeki masaya gidiyoruz ve "Seni lanet olası kanunsuz herif" diyerek adamı vuruyoruz. Tamam, tamam saçmalamayı kestim. Neyse adamın yanına gidiyoruz. Arkasını dönmüş, kapüşonlu, zayıf bir adam ve umursamaz bir şekilde sigarasını içiyor. Adamı tutup uyarıyoruz ve adam aniden arkasını dönüyor, adam aslında Scarecrow'muş! O anda Scarecrow'un korku gazının etkisiyle mekandaki herkes halüsinasyonlar görmeye başlıyor ve kontrolsüz bir şekilde birbirlerine saldırıyor. Bu olaydan sonra Scarecrow televizyonlardan bu zehri bütün Gotham'a yayacağını falan söyleyerek şehirdekileri tehdit ediyor ve bunun sonucunda bütün Gotham halkı yaklaşık iki gün içinde şehirden kaçıyor. Şehirde sadece Penguen, Two-Face, Riddler gibi kaosu sevenler kalıyor. Yani bütün Gotham'ın kontrolü kayboluyor ve Gotham suçluların yaşadığı ve Scarecrow'un kontrol ettiği bir şehre dönüşüyor. Evet, tebrikler Rocksteady, gerçekten de dolu ve canlı bir şehir yapmakla uğraşmamak için harika bir bahane bulmuşsun. Neyse...

   Bütün bunlar olup bittiğinde her şeyi bir binanın çatısında izleyen Batman'i görüyoruz. Ah be salak Batman, Scarecrow tehditi bastığı anda peşine takılıp adamı hazırlıklarını bitirmişken indirseydin işte. İki gün geçmiş, şehrin kontrolü ele alınmış, daha ne yapacaksın? Neyse, Batman elbette ki Scarecrow'umuzu yenip şehrin kontrolünü yeniden ele almak için yola çıkıyor. Batman yeni Batsuit'ini giyip (özelliklerini oynanış kısmında açıklarım) bir-iki görev yaptıktan sonra -bilirsiniz işte "Scarecrow'u bulmak için şuradaki sinyalleri takip edeyim. Aaa o sinyaller bozukmuş, şehrin öbür ucuna gidip orada bir sinyal bulayım" tarzında oyuna alıştırma görevleri- yolu şehrin limanındaki ACE Kimyasalları denen bir fabrikaya düşüyor. Orada Batmobile ile ortalığı yakıp yıktıktan sonra gizemli birisiyle karşılaşıyor: Arkham Knight. Batsuit'e çok benzeyen bir zırh giyen bu herif Scarecrow'un adamıymış. Kendisi bizi çok iyi tanıdığını  ve bu yüzden en büyük düşmanımız olduğunu söylüyor. Anlıyoruz ki bu adam bizden çok nefret eden birisi. Arkham Knight'ın helikopteriyle saçma sapan bir boss fight yaptıktan sonra Alfred'i arayıp bu Arkham Knight'ın kimliğini araştırmasını istiyoruz. Elbette ki Alfred bu Arkham Knight'ın kimliğini bulamıyor. Evet, bu herifin kim olduğunu merak ediyoruz değil mi? Boşuna merak etmeyin, cevap tam bir hayal kırıklığı: Jason Todd. Nam-ı diğer Red Hood. Hani şu Batman'in öldü sandığı, ama aslında Joker'in eline geçip beyni yıkanmış ve Batman'e düşman olmuş olan eski Robin. Çizgiromanlardan tanıdığımız karakter. Ve evet, bu oyunda da hikayesi aynı. Batman öldü sanıyor, Joker beynini yıkıyor, bize düşman oluyor. Ama bu sefer Red Hood'a değil de Arkham Knight'a dönüşüyor. Kısacası Rocksteady gerçekte çizgiromanlarda olan bir karakterin adını Red Hood'dan Arkham Knight'a çevirmiş ve havalı bir kıyafet verip bize "Yeni karakter, kimliği belirsiz!" diye kakalamaya çalışmış. Bu yaptığına diyecek bir şey bulamıyorum Rocksteady... Ah Rocksteady...

   Şimdi hepimizin ilk başta merak ettiği konuya bir değinmek istiyorum. Joker bu oyunda var mı? Var. Bu spoiler değildi korkmayın. Joker canlanmıyor. Ama oyunun gerçekten çok büyük bir kısmında Joker var. Biraz ilginç bir konsept olarak. Gelin size anlatayım: Oyunun başlarında Scarecrow korku gazını bütün şehre yaymak üzereyken bu gazın yayıldığı odaya dalıyoruz ve şehri korumak için kendimizi tehlikenin içine atarak yoğun derecede korku gazının bulunduğu odada kapsülleri çıkarıp şehri büyük tehlikeden kurtarıyoruz. Ama bu kadar korku gazına mağruz kalına doğal olarak Batman hafiften delirmeye başlıyor ve Joker'in halüsinasyonunu görmeye başlıyor. Hayalimizdeki Joker'in söylediğine göre kendisi bizim içimizdeymiş ve yavaş yavaş bizi kendisine dönüştürmeye başlıyormuş. Bunu açıklığa kavuşturmak için zamanda biraz geri gidelim. Batman Arkham City'de hatırlarsanız Joker zehirli kanını Batman'e ve Gotham'daki tüm hapishanelere göndermişti. Oyunun sonunda da Batman kendini zehirden tedavi etmişti ve oyun bitmişti. Bu olaylar ve Arkham Knight arasında geçen zaman diliminde Batman, Joker'in kanının nakledildiği 5 kişinin 4'ünü topluyor ve onları tedavi ediyor. Ama korkunç bir yan etki keşfediyor bu sırada, Joker'in deliliği kanıyla birlikte taşınmış! 4 kişiden 3'ü resmen Joker gibi delirmişken ve göz rengi falan Joker'in göz rengine dönüşmüşken, kısacası Joker olmuşken, diğer bir tane amcamız yine kanı almasına rağmen hiç de Joker gibi davranmıyor. Tabii bunu bir umut ışığı olarak gören Batman, o amcamızın kanından bir tedavi üretmeye çalışıyor. Evet, bunları da anlattığıma göre kafanızda bir soru işareti oluşması lazım, oluşmadıysa oluşana kadar tekrar okuyun. 5 tane kişi Joker'in kanını almıştı. 4 kişi hapishanede. Ama Joker'in kanını almış bir kişi daha var. Sizce o kim? Yazının başında söyledim ya, Batman işte... Bu çok sürpriz bir şey falan olmadı oyunda benim için, çünkü Arkham City'den biliyorduk Batman'in Joker'in kanını aldığını. Ve işte, Scarecrow'un gazının da etkisiyle Batman her yerde Joker'i görmeye başlıyor. Mesela bir binaya mı tırmandınız, birden binanın tepesinde Joker beliriyor sonra arkanızı dönüp aynı yere yeniden bakıyorsunuz ve Joker kayboluyor. Tabii bu sadece Joker için değil başka şeyler için de geçerli. Mesela orada olmaması gereken bir kapı mı var? Başka yerlere odaklanın sonra arkanızı dönüp kapıya tekrar bakın, kapı yerinde olmayacak. Hatta bazen Joker'in bize adam öldürmemiz için ısrar ettiği bile oluyor. Scarecrow ile karşılaştığımız bir seferde yine Joker kontrolümüzü ele almıştı ve neredeyse bir adamı öldürüyorduk. Scarecrow da "Tuhaf... Onu neredeyse öldürecektin." demişti. Açıkçası ben Batman'in delirmesi temasını ilginç buldum. Arada bir durup dururken Joker'i görmek ve ortadan kaybolması falan tüyler ürperten detaylar. Gerçekten bazen oyuna ilginç bir atmosfer katabiliyor. Batman'in deliliği ve Joker'in işlenmesini sevdim ben. Bence bir artıdır bu.

   Şimdi oyunun benim gözümde neden rezil bir hikayeye sahip olduğunu iyice açıklamak için hikayenin finalini de anlatmam lazım. En büyük sıkıntılardan birinin Arkham Knight'ın kimliği olduğunu anlattım yukarıdaki paragraflardan birinde. Ama onun dışında neden bu kadar kötü hikaye? İlk başta şunu söylemek istiyorum, bu oyun, Batman çizgiromanlarına büyük bir ihanet. Hani hep dalga geçerdik ya "Batman hazırlıklıysa herkesi döver" falan filan, aslında bu doğrudur çünkü Batman her durumdan kurtuluş yolu bulan, her zaman hazırlıklı olan ve en büyük düşmanlarından bir değil en az on adım önde olmayı başaran bir kişiliktir. Batman'i sevmemizin nedenlerinden biri de budur değil mi? Peki ya bu oyunda? Batman her seferinde hazırlıksızlığın dibine vuruyor ve her durumda gafil avlanıyor. Hani bazen Batman öyle şeyler yapıyor ki o duruma getir beni koy, ben bile daha mantıklı bir şey yaparım hani. Mesela oyunun sonu da bunlardan biri. Robin, Batman'in "Jokerleşmeye" başladığını farkettiğinde (göz renginden) Batman'e "Scarecrow'un peşinden ben giderim, sen içeride kalmalısın" diyerek Batman'i 5. hücreye koymuştu. Batman de tabii dünyanın en aptalca kararını vererek hücreden çıkmıştı ve "Ne yapıyorsun?" diye gelen Robin'i hücreye tıkmıştı. Şimdi düşününce mantıklı değil mi? Robin'i kontrol altında tutarak Robin'e bir iyilik yapıyor aslında çünkü eğer Robin, Scarecrow'un peşine düşerse muhtemelen ölür. Peki gerizekalı Batman, hiç düşündün mü, Scarecrow bu mekanı bulursa Robin hücreden çıkamadığı için Scarecrow ve adamlarına hiçbir şey yapamayacak. Ve olan olur tabii. Hücrede çaresiz bir şekilde duran Robin'i Scarecrow ve adamları sonunda bulur ve kaçırır. Üstüne bir de Batman "Ben Batman'im! Herkesi dövüceeem!" triplerindeyken sahipsiz kalan Jim Gordon da eninde sonunda Scarecrow'un eline düşer. Bizim Scarecrow da Robin'i ve Gordon'u koz olarak kullanarak Batman'e "Ekipmanlarını bırak, bana teslim ol, yoksa arkadaşların ölür" der. Tabii bizim "Her şeye hazırlıklı" Batman de tek bir saniye düşünmeden teslim olmaya gider. Ya bakın, belki de bir çözüm bulamayacaktı ama sen sonsuz ekipmana ve sonsuz imkana sahip birisin sonuçta, bir 5 dakika otur düşün nasıl kurtarırım onları diye. Neyse onu da geçtik, Batman Scarecrow'un eline düşer. Scarecrow tüm dünyanın önünde Batman'in maskesini çıkarır ve Batman'in kimliğini herkes görmüş olur. Sonra da dünyaya Batman'in yenildiğini göstermek için insanın en korktuğu şeyi kendisine göstererek kafayı yedirten iğnelerden birkaç tanesini Batman'e saplar. Ve Batman bunun etkisiyle iyice kafayı yiyerek Joker'e dönüşmenin eşiğine gelir. AMA HER NASILSA Batman kafasının içindeki Joker'i yener ve kendine gelir, deliliğinden sonsuza kadar kurtulur. Üstüne bir de Scarecrow'a "Ben korkmuyorum!" diye ayar verir. Durun bir dakika, şu iki cümleden de mantık hataları fışkırıyor. Ya bu Jokerleştirme olayı Joker'in kanı sayesinde olmuyor mu? Batman nasıl herhangi bir ilaç almadan bu kanındaki zehirden kurtuldu. Çünkü o Batman, öyle mi? Ya bi yürü git Rocksteady, böyle saçmalık mı olur? Dur Rocksteady, gitme. Daha söyleyeceklerim var. Batman'in nasıl hiçbir korkusu olmaz ya? Arkadaşları ölecek diye korktuğu için koşa koşa Scarecrow'un ayağına gelmedi mi? Scarecrow iğneyi verdiğinde arkadaşlarının öldüğünü görüp delirmesi lazım değil miydi? Ooofff... Adamlar resmen "Çünkü o Batman! O her şeyi yapar!" mantığıyla hikaye yazmış. Tamam hadi devam edelim, Scarecrow'dan korkmayan Batman imana gelmiş Jason Todd'un da yardımıyla kelepçelerinden kurtulur. Scarecrow'un elindeki iğneleri kapar ve Scarecrow'a saplar. Böylece Scarecrow en çok korktuğu şeyi yani Batman'i görür ve kafayı yiyerek zırlamaya başlar. Böylece Batman her ne kadar gizli kimliğini kaybetmiş olsa da Scarecrow'u yener.... Ya da beraberlik diyelim. NE KADAR MANTIKLI DEĞİL Mİ? Lan Rocksteady, sen bizimle dalga mı geçiyorsun? SCARECROW'UN EN BÜYÜK KORKUSU NASIL BATMAN OLABİLİR! Oyun boyunca Batman'le her karşılaşmasında Batman'i yenen ve Batman'in çabalarına sadece gülüp geçen Scarecrow değil miydi? Haa, Batman'den korktu, çünkü o Batman, öyle mi? Ya bi yürü git Rocksteady. Bu sefer cidden git. Git de şu senaryo yazarlarını işten çıkar, daha düzgün birini bul. Böyle saçma hikaye olmaz!



Yeni Batsuit ile insan dövmece!

   Şimdi gelelim işin en iyi yönlerinden birine, oynanış! Aslında her şey City'den alıştığımız gibi (Origins'i oynamadım.). Dövüş sistemi yine hemen hemen aynı, elbette bazı ufak-tefek veya kocaman gelişmeler ile birlikte. Bu oyunda Batman eskisinden çok daha havalı ve işlevsel bir Batsuit'e kavuşuyor. Eskisinden çok daha uzun süreler boyunca havada süzülebiliyor mesela. Hani şu grapnel boost denen hareket vardı ya, böyle bir binanın tepesine kanca attığımızda X'e basınca (PC için Space, XBOX için A) binanın tepesinden sıçrayıp uçmaya devam ediyordu ya, artık o öyle bir hal almış ki aman aman aman... Bir de gerekli upgradeleri yapınca resmen Batman dünya atmosferinin dışına çıkıyor yani. Bir de yeni bir özelliğimiz de var Fear Multi Takedown denen. Birbirine belli bir uzaklıkta bulunan üç farklı düşmanı sessizce indirmemizi sağlıyor. O da inanılmaz epik bir özellik hakkını yememek lazım. Bunun dışında dövüş sistemi yine eskisi gibi akıcı ve çok iyi.  Ve bazen Nightwing, Robin, Catwoman gibi farklı karakterlerle birlikte dövüştüğümüz de oluyor ama maalesef bunlar olsa olsa 15 dakika falan sürüyor. Bu kısımların daha uzun olmasını beklerdim açıkçası. Yani daha ne kadar uzatayım bilemedim. Bir de yeni ekipmanlar da var, ses değiştirme cihazı falan gibi. Ama bunları ana görevler dışında kullanmaya gerek bile duymuyorsunuz çoğunlukla. Oynanışa gelen yenilikler de işte böyle. Az mı geldi? Hayır, çünkü devasa bir yenilik daha var. Ona Batmobil diyoruz... Demez olaydık da oyuna koymasalardı...

Batmobil'in patlasın Batman...

  Ve sonunda oyunun yüzlerce reklamının yapılmasına sebep olan, muhteşem yenilik Batmobil'e geldik! Öncelikle şu konuya değinelim, Dünya üzerindeki hangi çizgi romanda Batmobil'in üzerinden onlarca roket ve makineli tüfek çıkıyor ve Batman ortalığı patlama manyağı yapıyor ya? Rocksteady sen ne yaptın? Batmobile dediğin hafif silahlıdır, hızlıdır falan. Bu bildiğimiz bir savaş tankı! Bir de asıl benim çok canımı sıkan nokta da Batmobile ile rahat rahat adam öldürebilmemiz! Sokakta yaya giden birisini Batmobile ile defalarca ezebiliyorsunuz. Hadi adamların çelik kemiği var ezince bir şey olmuyor diyelim. Baygın haldeki adama roketler atabiliyorsunuz! Hani Batman adam öldürmüyordu ya? İşte çizgiroman evrenine bir ihanet daha. Neyse Batmobile'in kullanımına geçelim. Batmobile'in iki farklı modu var. İstediğiniz zaman bu iki mod arasında geçiş yapabiliyorsunuz. Birisi Pursuit modu, Batmobil'in bir yarış arabasına dönüştüğü mod. Pursuit modunda şehirde son hız yardırmak eğlenceli olabiliyor ama binaların çatısından uça uça gitmek varken inanın içinizden hiç "Batmobili çağırayım da uçarak değil arabayla gideyim" diye bir düşünce geçmiyor. İkinci modu da Battle modu. İsminden de anlaşılacağı gibi Batmobil bu modda tanka dönüşüyor ama öyle ağır, yavaş bir tank değil. Hem tank kadar güçlü, hem de kendi etrafında çok çok hızlı bir şekilde 360 derece manevra yapabiliyor. Bu moddayken Batmobile daha bir dengeli hareket ediyor ve düşman tanklarının üstüne tonlarca roket yağdırıyor tabii (düşman tankları insansız oluyor.). Batmobil'in bu modu da eğlenceli olabiliyor elbette.

   Batmobil'i sevseniz iyi edersiniz. Çünkü oyundaki her bir görevde Batmobil'i kullanıyorsunuz. Tekrar ediyorum, HER GÖREVDE! Evet, hikayenin kötü olmasını falan boşverin, benim için oyunun en büyük fiyaskosu Batmobil'di. Eminim ki Rocksteady şöyle düşündü: "Oyunun eski oyunlara benzememesi için Batmobil'i koyalım. Ama o kadar çok koyalım ki millet eski oyunların kopyası falan demesin. Böyle her göreve koyalım. Hatta bütün boss savaşları da Batmobil ile yapılsın. Bir de şey yapalım ya... Batmobil için gizlilik kısmı da yapalım. Ama bu tank ya, nasıl gizlilik olsun ki, bir düşünelim ya ne yapsak? Ha bakın buldum, iyi dinleyin arkadaşlar. Şimdi Arkham Knight'ın özel tank birimleri olacak, ama bu tanklar böyle çok güçlü olacak, normal roketle indirilemeyecek. Böyle arkalarından sessizce yaklaşıp zayıf noktalarına ateş etmek gerekecek. Nasıl ama? Oldu bu iş ya, yapın hadi". Yok yok, bu dediklerim abartı değil hepsi oyunda var. Resmen oyun Batmobil sürme simülasyonu olmuş. Hani bir zaman karşılaştırması yapacaksak %50 Batmobil eşliğinde savaşlar, %25 Batman ile gizlilik sekansları, %25 Batman ile dövüş. Ve şu Batmobil sekansları oyuna o kadar kötü yerleştirilmiş ki... Şu tip durumlarla çok kez karşılaşıyorsunuz görevlerde: "Karşıda 10 tane adam var. Onlarla dövüşmem lazım. Nihayet oyunda gerçek dövüş kısmı geldi be! Kurtuldum şu batmobilden. Ne? Kapıyı açmam için Batmobil'i mi kullanmam lazım? Yeter be!" Resmen oyun size Batmobil'i kullanmanız için zorluyor. Bu durum çoğu kez oyun zevkinizi baltalıyor. Yok yok baltalamıyor, resmen oyun zevkinize roketler yağdırıyor. Bir de az önce dediğim gibi Batmobil ile saçma saçma gizlilik kısımları da çıkıyor oyunun sonlarına doğru. Yok şu araçları arkadan gizlice patlatmalıyım falan. Bunlar da o kadar saçma ki, resmen kendinize "Ben şimdi Gizlilik-Tank simülasyonu oynamak için o kadar para mı verdim? Ben Batman oyunu aldığımı sanmıştım..." diye soruyorsunuz. Tamam, buna da amenna ama o boss savaşları nedir ya? Ağlamak istiyorum, Rocksteady sen ne yaptın? Oyundaki tüm boss savaşları Batmobil ile yapılıyor! Yok yok bir tanesi hariç. O da Arkham Knight boss savaşı. Oyunda Arkham Knight ile 4 kere boss savaşı yapıyoruz. 3 tanesi tamamen Batmobil içerikli rezil savaşlar. 1 tanesi de Arkham Knight ile cidden dövüştüğümüz boss savaşı. ŞAKAYDI! Oyunda Arkham Knight ile hiç dövüşmüyoruz! O son boss savaşında da ne oluyor biliyor musunuz? Arkham Knight bir yerin tepesine, elinde sniper tüfeğiyle çıkıyor, biz de ona yakalanmadan oraya çıkıp Arkham Knight'ı indirmeye çalışıyoruz. Sonra indirince Arkham Knight yine kaçıyor ve başka bir yerin tepesine çıkıyor. Biz de yine onu indirmeye çalışıyoruz. Ah be gerizekalı Rocksteady, bire bir dövüştüğümüz bir boss savaşı yapmak cidden bu kadar mı zordu. Nedir bu aptalca şey ya? Yazıklar olsun diyorum sadece...


Riddler'ın 243 tane bulmacasını çözme keyfi!

   Ve oynanışla ilgili son kısma geldik, yan görevler. Ciddi söylüyorum, oyunda çok fazla yan görev var. Çok fazla...  Ama öyle "Haritanın şurasında yan görev var, oraya gideyim" tarzında değiller. Görevleri kendiniz arayıp bulmanız lazım. Mesela Azrael ile oynadığımız bir yan görev çeşidi var. Bu görev çeşidinde Azrael bize "Sen işi bırakınca senin yerine geçmek istiyorum" diyor. Batman de Azrael'in yeteneklerini sınamak için ona bir test hazırlıyor, mesela üzerine 10 tane düşman gönderiyor. Burada kontrol bize veriliyor ve Azrael ile oynuyoruz. Sonra test bittikten sonra kontrol yine Batman'e geçiyor. Bu görevden daha fazla mı yapmak istiyorsunuz? O zaman şehiri didik didik arayıp Azrael'in çatılara bıraktığı yanan Batman logosunu bulmanız lazım. Ya da mesela kaçırılan itfaiyecileri kurtarıp onların başına ne geldiğini bulma yan görevleri de var ama tahmin edeceğiniz gibi bunun için de şehri gezip itfaiyecileri bulmanız lazım. Bunun gibi birçok görev çeşidi var ve hepsi için şehri aramanız gerekiyor. Bir de Riddler bulmacaları var yine ve bu sefer 243 taneler. 243 tane... Ama bu sefer oyun size uğraşmanız için bir sebep vermiş. Eğer bütün yan görevleri bitirip oyunu %100 tamamlarsanız Knightfall Protocol denen oyunun gerçek sonu açılıyor. Oyunun finalinden sonra ne olduğu gösteriliyor bu sonda. Ama ben haftalarımı harcayıp oyunu bitirmek yerine YouTube'a "Knightfall Protocol ending" yazdım ve izledim. Size sadece şunu söyleyebilirim ki, uğraşmayın. Sırf bunu izlemek için o kadar uğraşacağınıza o sürede kaç tane oyun bitirirsiniz... Çünkü cidden oyunun gerçek sonu o kadar saçma ki o harcadığınız zamana çok yazık olur.


Unreal Engine 3.5 Nedir ya? O nasıl oyun motoru ismi? 
   Ve şimdi incelememizin son basamağına geliyoruz. Grafikler! Şunu net bir şekilde söyleyebilirim ki Batman Arkham Knight bir açık dünya oyunununda gördüğüm en iyi grafiklere sahip. Oyun cidden şahane görünüyor. Resmen grafiklerin yeni nesil olduğu hissediliyor. Çevre kaplamalarının falan çok iyi olmasını geçtim, detaylar da cidden harika. Mesela karakterlere zoom yaparsanız üzerlerindeki yağmur lekelerini falan görebilirsiniz. Ya da ne bileyim, sırf Batman ile havada süzülürken pelerininizin tıpkı bir bayrak gibi dalgalanmasını ve üzerine düşen yağmur damlalarının yavaş yavaş akıp gitmesini izlemek için bile dakikalarca havada durasınız geliyor. Oyunun en başarılı olduğu konulardan biri kesinlikle grafikler. Uzun zaman boyunca bir açık dünya oyununda böyle grafikler göreceğimizi sanmıyorum...

Son Karar
   Batman Arkham Knight, yılın oyunu olmaya aday gösterilen bir yapımdı ama maalesef beklentiyi karşılayamadı. Daha şimdiden Bloodborne, The Witcher 3 gibi devlerin arasında kaybolup gitti. Bir de daha MGS V, Fallout 4 falan var. Ama yine de, yılın oyunu olmaması, harika bir oyun olmadığı anlamına gelmiyor. Batman Arkham Knight gerçekten harika bir oyun. Ama Batmobil'in aşırı kullanımı ve kötü hikayesi mükemmel bir oyun olmasını engelliyor. Bu yaz oyunsuz kaldıysanız Batman Arkham Knight'ı almanızı şiddetle öneririm ama eğer sonbahar ayında falan alacaksanız Mad Max, MGS V, Fallout 4 ve daha bir çok dev oyunun arasında Batman'in en iyi seçenek olacağını hiç zannetmiyorum. 

Artılar
+ Harika grafikler
+ Çok fazla yan görev
+ Çok iyi dövüş sistemi
+ Aksiyon dolu oynanış
+ Bir ton yenilik

Eksiler
- Kötü hikaye
- Batmobil'in görevlerdeki aşırı kullanımı
- Kötü boss savaşları

PUAN: 87



10 Temmuz 2015 Cuma

Oyun Koleksiyonu: Batman Arkham City


Önsöz
   Merhaba sevgili okur. Yine ben, yazar kişi. Tıpkı Batman gibi gizli bir kimliğe bürünerek şehri kurtarıyorum... yok yok hayır, inceleme yazıyorum. Teknolahmacun bir gizli kimlik için korkunç derecede kötü bir isim olabilir ama inanın bir arkadaşımla "Sayfanın adı ne olsun?" diye tartışırken şakasına bu ismi ortaya atmıştım ama o ismi çok sevip kabul etmişti. Sonuç olarak bu hale geldik. Ben o kadar uğraşıp bir şeyler yazıyorum, üç-beş kişi görüyor, hiç yorum yapan falan yok. Sonuç elbette ki hayal kırıklığı oluyor. Uğraştığım şeyin hiçbir şey için olduğunu görmek... Ama geçenlerde Türkiyenin en ünlü oyun dergisinin açtığı internet sitesinde benim şu an yaptığımdan çok daha detaylı incelemelerin hiç yorum almadığını gördüm. Toplamda 2000 görüntülenmesi olan bizim site ile yüz binlerce kişinin takip ettiği derginin sitesinin de kaderi aynıydı. Kimsenin emeğe saygı gibi bir amacı yoktu. Millet incelemeyi okuyor (ya da okumuyor) ve gidiyordu. Yorum yapmak, Facebok sayfasını beğenmek falan kimsenin umrunda değildi. Bu işi sadece kendim için yapıyordum. İnceleme yazmak eğlenceli bir iş olduğu için. Zaten sayfamızı beğenen toplamda 35 kişi de bizi çok takdir ettiği için değil, sadece yeni paylaşımlara bakıp geçmek için beğenmişti. Gidip PlayStation Türkiye sayfasına "Arkadaşlar sayfamızı beğenin lütfen :))))" yazsak beğeni sayımızın uçacağını biliyoruz ama buna ne gerek var ki? Bunu sırf kendimiz için yapıyoruz, ya da yapıyorum. Takip edenler ise sadece bakıp geçiyor. Hiçbir zaman beğenen kişi sayısı falan umrumuzda olmamalı. Sonuç olarak Türkiyenin en büyük dergisinin bile kaderi aynı. O yüzden arkadaşlar, sırf bunu yapmayı sevdiğim için yazdığım Batman Arkham City incelemesine hoşgeldiniz. Bundan sonra da Arkham Knight'ı yapmayı planlıyorum ayrıca.


Arkham City nedir ya?
  Şimdi oynanışa hikayeden girecek olursak öncelikle bu Arkham Şehri nedir onu anlatmak gerekir. Arkham Şehri, suçluları içeride tutmak ve kaçmalarını engellemek için kurulmuş devasa bir hapishane-şehirdir. Gotham şehrinde suçluların ve serserilerin bulunduğu bir kısmı duvarlarla çevirip içine bir güvenlik gücü ekleyerek yapılmıştır. Ancak burası bir hapishane olduğu için içeride ne olup bittiğini umursayan yoktur. O yüzden Two-Face, Penguin, Joker gibi kötü karakterler Arkham Şehri'nde çeteler oluşturup şehrin kontrolünü üstlenmektedirler. Arkham Şehri'nde bulunup da bu kötülerin himayesi altında savaşmak yerine kendi halinde bir yaşam sürdürmeye çalışan birisinin kaderi ölümdür çünkü bu Arkham Şehri'nde inanılmaz bir kaos hüküm sürmektedir. Kimse sizi birkaç adamı öldürdüğünüz için yargılamıyor, kurallar falan yok... Güzel değil mi? Hayır, elbette değil. Bu Arkham Şehri'nin bir saçmalık olduğunu ve kaldırılması gerektiğini düşünen başka insanlar da vardır. Bunların başında da Bruce Wayne yani Batman gelmektedir. Bruce Wayne, Arkham Şehri'ne karşı bir basın konferansı düzenlediği sırada Arkham Şehri'nin yöneticisi olan Hugo Strange'in özel askeri güçleri Bruce Wayne'i hazırlıksız yakalar ve onu Hugo Strange'in yanına getirir. Strange, Bruce Wayne'in gizli kimliğini bildiğini söyler ve tehdit eder. Artık Batman'in de yakalandığına göre Protokol 10'un başlamasına hiçbir engel kalmadığını söyler. Sonra nedendir bilinmez, Bruce Wayne'i kelepçeli bir şekilde Arkham Şehri'ne gönderir. Sanki Batman gelmiş geçmiş en iyi dövüşçülerden biri değilmiş gibi... Ve elbette, olan olur. Bruce kelepçeliyken bile onlarca kişiyi dövdükten sonra kelepçelerini kırar ve Alfred ile iletişime girer. Alfred'in ona gönderdiği Batsuit'i giyerek Batman'e dönüşür! Batman, Arkham Şehri'nden kaçıp kurtulmak yerine bu Protokol 10 denen şeyin ne olduğunu aramak için şehirde kalır ve Batman'in en büyük maceralarından biri başlar. Hikaye ileride böyle düz çizgi halinde gitmek yerine resmen bir ağacın kökleri gibi bir sürü farklı çizgi halinde ayrılıyor ve gerçekten oyunun hikayesi çok epik. Tamam, öyle edebi yönden süper falan de değil, hatta basit bile sayılır ama cidden çok epik ve her an sizi heyecanlandırmayı başarıyor.  Ve ayrıca oyundaki tek düşman Hugo Strange değil. Hatta ana düşman bile değil. Oyun boyunca bir ton düşmanla karşılaşıyoruz ve gerçekten bir süre sonra hangisi ana düşman olacak, anlamak imkansız hale geliyor. Ve evet, oyunu bitirdiğim halde biri bana sorsa "Ana düşman kim?" diye, öyle boş boş suratına bakarım herhalde. Çünkü cidden oyunda tek bir ana düşman yok, bütün Arkham Şehri bizim düşmanımız. Penguin, Riddler, Two-Face, Joker, Ra's Al Ghul, Hugo Strange... Hadi seç bakalım birini...


Ben Batman'im!

   Şimdi doğal olarak kimse bu oyunu hikayesi için almıyor değil mi? Burada asıl önemli olan kısım oynanış. Oyunumuz, gerek muhteşem dövüş mekanikleriyle, gerek içinde neredeyse kimse yaşamasa bile gezmesi çok eğlenceli olan açık dünyası ile, gerek tonlarca yan göreviyle gelmiş geçmiş en iyi oynanışa sahip oyunlardan biri olabiliyor. Yani, en azından  ilk elliye girer bence... Neyse  şimdi bunlardan tek tek bahsedelim. Öncelikle dövüş sisteminden bahsedelim. Batman Arkham serisinin ilk oyunu olan Asylum'un dövüş sistemi o kadar akıcı ve tatmin ediciydi ki yankıları günümüzde hala sürüyor (bkz. Middle Earth: Shadow of Mordor, AC: Syndicate). Arkham City ise Asylum'un bu devrim yapan dövüş sistemine birden çok karakteri aynı anda engellemek gibi yeni özellikler ekleyerek geliştirmiş, hatta hızını alamayıp dondurucu silah, şok tabancası gibi kullanması çok eğlenceli yeni ekipmanlar ekleyerek iyice tadından yenmeyecek hale getirmiş (tabii dövüş sistemi yemeye çalışan manyaklar varsa...). Oynanış aynı eskisi gibi, hatta eskisinden daha iyi bir şekilde işliyor. Batman'in önüne onlarca düşman gelir, ama Batman muhteşem karizmasıyla... yok yok... muhteşem dövüş yetenekleriyle hepsini saniyeler içinde döver. Sonra karşısına birkaç tane silahlı adam çıkınca hemen yere sis bombasını bırakarak ortadan kaybolur ve onları sessiz sessiz indirir. "Sen bunları ne anlatıyorsun ya, dövüş sisteminden bahsetsene!" deme sevgili okur, dövüş sistemi aynen anlattığım gibi akıcı bir şekilde işliyor. Resmen kendinizi Batman gibi hissediyorsunuz, rakibe attığınız her yumrukta sanki yumruğu atan sizmişsiniz gibi sadistçe bir mutluluk kaplıyor içinizi. Tabii savaşırken ekipmanlarımızı aktif olarak kullanmanın zevki de farklı. Bir kere artık bütün ekipmanların bir kısayol tuşu var. Menüden hepsini seçip tek tek kullanmak yerine iki tuşa aynı anda basıyorsunuz, bir ekipmanı kullanıyorsunuz. Sonra başka iki tuşa basıp başka ikisini... Böylece dövüşler çok daha akıcı bir hale geliyor. Bir de yeni gelen şok tüfeği ve dondurucu silahın kullanımı da ayrı güzel. Üzerinize koşan adamı olduğu yerde dondurmak gibisi yok cidden. Yani uzun lafın kısası dövüş sistemi yerinde saymayıp geliştirilmiş ve yine aynı muhteşemliğini korumuş. Sonra da Shadow of Mordor tarafından kopyalanmış... neyse konuyu sapıtmayalım.


Boş bir şehirde gezmek nasıl eğlenceli olur? Böyle
   Evet, elimizde bomboş olarak nitelendirebileceğimiz bir şehir var. Bu şehirde istediğimiz gibi dolaşabiliriz. Peki bu bomboş yerde ne yapacağız? Öncelikle şehirdeki dolaşma şeklimizden bahsedelim. Şehirde grapnel denen aletimiz ile binaların teplerine falan ip atarak neredeyse her yere tırmanabiliyoruz. Ayrıca glide ve dive bomb özelliğimiz sayesinde de havada uzun süreler boyunca süzülebiliyorsunuz. Ve bir de gerekli AR Challenge'ları yaparsanız grapnel boost diye bir yetenek kazanıyorsunuz. Bu yetenek sizin bir binanın çatısına ip attıktan sonra anında o çatıdan havalanıp uçmaya devam etmenizi sağlıyor. Bu da iyi bir şey. Ve ayrıca binaların dizilimi şehirde gezmemizi engellemeyecek şekilde tasarlandığı için gayet akıcı bir şekilde çatıdan çatıya geziyoruz, hatta uygun pozisyonu yakalarsak Superman gibi uzun süreler boyunca gökyüzünde süzülebiliyoruz. Şehirden bahsetmişken Rocksteady'nin bu oyunda başardığı en büyük şeylerden birisini atlamamak lazım, atmosfer. Arkham Şehri gerçekten de terkedilmiş ve kaosa sürüklenmiş çaresiz bir şehrin izlenimini çok iyi veriyor. Atmosfer konusunda gördüğüm en başarılı oyunlardan birisi. Resmen şehir sizi korkutuyor...

   Tamam şehirde gezmek eğlenceli, atmosfer de iyi de ne yapacağız biz burada? Yan görev. Oyunu ben pek yan görevlere bulaşmadan oynadım ama şunu söyleyebilirim ki yan görevler GTA V'deki gibi hikayeyle uzaktan yakından alakalı olmayan şeyler değil, daha çok hikayenin arasına serpiştirilmiş ufak tefek şeyler gibi. Oyunda birçok yan görev şekli var. Mesela Zsasz'ın telefon çağrılarını bulup cinayetler işlemesini engellemek gibi falan... Bu yan görevlerden en ilginci Riddler'ın bilmecelerini çözme. Sevgili Riddler, şehrin her yerine yüzlerce bilmece bırakmış. Bazıları sözlü bilmeceler, bazıları da çözmek için ekipmanlarınızı kullanmanız gereken puzzle tarzında bilmeceler. Eğer üşenmeyip bu bilmemkaçyüz bilmeceyi çözerseniz Riddler ile bir boss savaşına giriyorsunuz. Açıkçası benim bir boss savaşı yapmak için haftalarımı harcayacak kadar sabrım kesinlikle yok ama eğer takıntılı biriyseniz ve oyundaki her içeriği sömürmekte ısrarcıysanız size bol şans diyeyim.


Görsellik ve bosslar
   Bir oyunda en önemli olan iki faktörü yani hikaye ve oynanışı anlattığımıza göre biraz daha geri planda bırakılan görselliğe de değinelim. 2011 yılında çıkan bir oyuna göre görsellik gayet iyi. Yani öyle çevreye falan baktığınızda ağzınız açık kalmıyor ama yine de karakter tasarımlarının oldukça detaylı olduğunu söylemek lazım. Oyundaki her düşmanımızın özel bir tasarımı var. Harley Quinn'in adamları, Joker'in adamları, Two-Face'in adamları, Penguin'in adamları falan hepsi birbirinden farklı kıyafetler giyiyor. Yani karakter tasarımları oldukça detaylı. Tabii oyundaki bossların tasarımları doğal olarak elbette çok daha detaylı. Ha şimdi konu açılmışken boss savaşlarına da değinmek lazım (konular arasında zıplayıp durmak). Oyundaki bosslar beni zerre kadar tatmin etmedi. Net. Yani şimdi en büyük sıkıntı oyunda çok az boss dövüşü var. Solomon Grundy, Mr. Freeze, Ra's Al Ghul ve sürprizi bozmak istemediğim için söylemediğim son boss geliyor sadece aklıma (internetten baktım cidden de öyleymiş). Ve bu boss savaşları pek de tatmin edici değil. Solomon Grundy boss savaşında sürekli Solomon'un ataklarından kaçıyoruz ve fırsat buldukça yerdeki elektrik üreticilerini yumruklayarak Solomon'u güçten kesiyoruz. Ra's Al Ghul boss savaşı ise değişik bir şey, sürekli etraftan askerler geliyor, onları yeniyorsunuz, sonra karşınıza Ra's çıkıyor, onu yumrukluyorsunuz, böyle böyle devam ediyor. Mr. Freeze boss savaşında ise sürekli bir yerlere gizlenip Mr. Freeze'e saldırmanın yollarını bulmaya çalışıyorsunuz, sonra da kaçıyorsunuz. Son boss savaşı da yine Ra's boss savaşıyla aynı sayılır, detaya girmeyeceğim. Yani bilemiyorum, bosslar beni zerre kadar tatmin etmedi. Bu saydığım karakterler ile birebir, yumruk yumruğa dövüşseydik olmaz mıydı? Ama oyunun bahanesi hazır tabii, mesela "Mr. Freeze fazla güçlü, ona gizli saldırman lazım". Yok ya? Batman gayet de Mr. Freeze ile dövüşecek kadar güçlü yani, bahane uydurma Rocksteady...

Ve sonuç?
   Şimdi oyun hakkında bir sonuca varmak gerekirse şunu söyleyebilirim: çok iyi. Oldukça iyi. Dediğim gibi hala oynanış olarak o kadar iyi ki hala oyun yapımcıları bu oyundan çalıyor. Hikaye de sizi saatler boyunca başında tutacak kadar epik. Ayrıca oyunu bitirdikten sonra bile haftalarca sizi oyalayacak kadar yan göreve sahip. Çok iyi oyun yani. Ayrıca inceleme ortalamalarına bakılınca gelmiş geçmiş en yüksek puan alan 20. oyun. İnceleme sitelerine göre dünyanın en iyi 20. oyunu yani. Ha bana soracak olursanız ben o kadar da sevmedim elbette ama yine de Batman: Arkham Knight çıktığı halde hala gelmiş geçmiş en iyi çizgiroman oyunu olma ünvanını koruyor. Buradan da bu sorunun cevabını vermiş oldum, Arkham Knight, City'den daha iyi değil. Oyunun ortalarında batmobile rezaletine rağmen yine de City'den daha iyi olduğunu düşünmüştüm, çünkü oynanışta muhteşem gelişmeler vardı, ama oyunun o rezil sonunu görünce bu fikirden tamamen vazgeçtim... Neyse, Batman Arkham Knight Koleksiyon yazısında görüşürüz o zaman.

Artılar
+ Epik hikaye
+ Oynanış muhteşem
+ Dövüş sistemi çok muhteşem
+ Atmosfer çok iyi
+ Karakter tasarımları

Eksiler
- Boss savaşları yetersiz
- Oynanış ne kadar iyi olsa da bir süre sonra kendini çok tekrarlıyor

PUAN: 90